16 Ağustos 2018 Perşembe

Uzaylılar iletişime mi geçti? Gizemli sinyal geldi...-Milliyet

14.08.2018 19:30 | Son Güncelleme:

CHIME radyo teleskobu, 25 Temmuz günü, şimdiye dek kaydedilen en düşük frekanslı FRB'yi kaydetti. Bu gizemli sinyal gökbilimcileri heyecanlandırdı.



Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi (CHIME) radyo teleskobu, bilim dünyasını oldukça heyecanlandıran bir keşfe imza attı.
Bilim insanları 25 Temmuz'da bugüne kadar kaydedilen en düşük frekanslı FBR'yi (hızlı radyo patlamaları) kayıt altına almayı başardı.
Astronomlar bu radyo patlamalarının nedenini bilmiyor. FRB’lerin kaynağı hususunda en büyük adaylar 'magnetar' olarak da bilinen güçlü manyetik alanları bulunan nötron yıldızları.
Kimi fizikçiler, karanlık madde veya dünya dışı zeki yaşam formlarının da bu radyo dalgalarının kaynağı olabileceğini düşünüyor.
Kuşkusuz dünya dışı bir uygarlık ile bağlantı kurulacağı gün insanlık tarihi için bir dönüm noktası olacak. Peki uzaylılar bizimle neden bağlantı kurmuyor? İşte bilimin cevabı...
Evrende gezegenimize benzeyen 40 milyar gezegen var. Ancak herhangi bir gelişmiş medeniyetin bizimle bağlantı kurması sandığımızdan daha uzun sürebilir.
Zira uzaylıların kullandığı dalgaların seyahat mesafesi sandığımızdan daha yavaş olabilir.
Ayrıca bu dalgalar bizim fark edemeyeceğimiz kompleks bir yapıya sahip olduğu için gözden kaçırıyor da olabiliriz.
Zira uzayı 1984'ten beri dinliyoruz ve bu teknolojimiz oldukça ilkel olabilir.
Evrenin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda bize doğru ilerleyen "ilk merhaba" mesajı hala yolda olabilir.
Bizim de uzaya 100 yıldan biraz fazla süredir dalga gönderdiğimizi düşünürsek bizim mesajımızın da hala bir medeniyete ulaşamadığını söylemek mümkün.
En karamsar senaryoya göre, evrende başka yaşamlar arayan tek medeniyet biz olabiliriz.
Ya da başka bir gezegendeki yaşam daha biz ulaşamadan kendisini yok etmiş olabilir. Gezegenimizin Soğuk Savaş yıllarında nükleer savaş tehdidi altında yaşadığını düşünürsek başka bir medeniyetin benzer bir sebepten yok olması da oldukça muhtemel.
En kötü senaryo ise Hollywood'un en çok işlediği konu olan gelişmiş bir medeniyetin evrendeki diğer uygarlıkları işgal ederek gelişimini sürdürmesi. Bu da bizimle bağlantıya geçmemelerini oldukça mantıklı hale getiriyor. (NTV)

9 Haziran 2018 Cumartesi

Hillary Clinton'dan UFO vaadi-Sputnik

ABD başkan aday adayı Hillary Clinton
© AFP 2018 / Jim Watson


ABD’de başkanlık yarışının en güçlü isimlerinden Hillary Clinton, 8 yıl sonra verdiği ilk özel mülakatta ‘sıradan siyasi meseleleri’ bir kenara bırakıp UFO’lardan bahsetti.
ABD’de özellikle Cumhuriyetçi aday adayı Donald Trump sayesinde bir hayli tartışmalı giden başkanlık yarışında verilen vaatlere bir yenisi eklendi. Demokrat aday adayı ve eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2007’den bu yana verdiği ilk özel mülakatta, uzaylıların Dünya’yı ziyaret etmiş olabileceğini söyleyip başkan seçilirse tartışmalı 51. Bölge’yi derinlemesine inceleme sözü verdi.
BILL CLINTON "GELİRLERSE ŞAŞIRMAM' DEMİŞTİ New Hampshire’daki seçim mitinginde The Conway Daily Sun gazetesine konuşan Clinton, eşi ve eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın 2014’te bir televizyon programında uzaylılarla ilgili sarf ettiği sözlerin hatırlatılması üzerine “Ziyaret edilmiş olabiliriz. Kesin olarak bilmiyoruz” dedi. Bill Clinton, Jimmy Kimmel’in sunuculuğunu yaptığı programda, ‘uzaylılar tarafından ziyaret edilse hiç şaşırmayacağını’ söylemişti.
51. BÖLGE'NİN ADINI UNUTTU Öte yandan kendisini UFO meraklıları ve bilim insanlarına sevdirebilecek bir hamlede bulunan Hillary Clinton, başkan seçildiği takdirde uzaylılarla ilgili tüm bilinenleri ortaya dökeceğini ve ‘meselenin özüne’ ineceğini söyledi. Bununla birlikte Clinton, uzaylıların ziyaret ettiği söylenen ve dizilere de konu olan 51. Bölge’yi (Nevada eyaletindeki gizli askeri üs) de inceleyeceğini belirtti. Clinton buradan bahsederken başta ’54. Bölge’ dese de yanlışını fark edip kendini düzeltti.
Bill Clinton, Kimmel’in programında 51. Bölge’yi incelediğini ama uzaylılardan iz bulunmadığını söylemişti.

‘NASA, Ay’daki UFO izlerini saklıyor’-Sputnik

Ay


URL'yi kısaltın

ABD'li UFO uzmanları, Ay’da tespit ettikleri büyük yapıların dünya dışı yaşamın kanıtı olduğunu iddia etti.
Mirror gazetesinin haberine göre, Secureteam adlı grup, Google Earth yardımıyla Ay’da yüksekliği yaklaşık 6 metre olan menşei belirsiz yapılar tespit ettiklerini açıkladı.

Ay’daki kraterlerden birinin hemen yanında yer alan ‘yapının’ NASA tarafından saklandığını savunan Secureteam, NASA’nın yayınladığı Ay fotoğraflarında bu yapıların silindiğini ileri sürdü.
Ellerindeki tüm bilgi ve fotoğrafları sunduğu bir video yayınlayan ekip, “Bu görüntüler de sizi Ay’da UFO olduğuna ikna etmezse muhtemelen hiçbir şey ikna etmez” dedi.

Pentagon’un gizli UFO programı ortaya çıktı-Sputnik

UFO

Pentagon’un gizli UFO programı ortaya çıktı

© AP Photo /


ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), Kongre’nin talimatıyla tanımlanamayan uçan cisimleri (UFO) araştıran özel programı olduğu ortaya çıktı.
Politico dergisinin haberinde,  10 yıl önce başlatılan İleri Uzay Tehdidi Tanımlama Programı’nın gizli olmadığı ama hakkında çok az sayıda yetkilinin haberdar olduğu belirtildi. Program, Senato’daki demokrat çoğunluğunun lideri Harry Reid’in girişimiyle başlatıldı. Senatör, program için bütçe ayrılmasını sağladı. Reid, İleri Uzay Tehdidi Tanımlama Programı’nı başlatma ihtiyacının, 'muhtemelen Çin veya Rusya' gibi bir gücün ABD için tehdit oluşturabilecek yeni nesil teknoloji geliştirebileceğinden kaynaklandığını anlattı.
Program kapsamında, havada olağandışı olgularla karşılaştıklarını iddia eden pilot ve diğer çalışanların ifadesinin alınması prosedürü geliştirilmişti. Toplamda program için 22 milyon dolar harcandı. Bu parayı alan uzay teknolojileri şirketi Bigelow Aerospace’ın, düzenli olarak Reid’in yeniden seçilmesi için bağışta bulunduğu ortaya çıktı.
Pentagon Sözcüsü Dana White, Politico’ya açıklamasında, böyle bir programın olduğunu doğruladı ama 2012’de kapatıldığını söyledi. White, “Finansmanı hak eden daha öncelikli sorunların olduğuna karar verildi” dedi.

Pentagon’un gizli UFO programı

URL'yi kısaltın

ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), Kongre’nin talimatıyla oluşturduğu tanımlanamayan uçan cisimleri (UFO) araştıran özel programı olduğu ortaya çıktı.
Karikatür
Program kapsamında, havada olağandışı olgularla karşılaştıklarını iddia eden pilot ve diğer çalışanların ifadesinin alınması konusunda bir prosedür geliştirildi.
Pentagon Sözcüsü Dana White böyle bir programın olduğunu doğruladı. Fakat programın 2012’de kapatıldığını söyledi. White, programın kapatılma gerekçesini, “Finansmanı hak eden daha öncelikli sorunların olduğuna karar verildi” sözleriyle açıkladı.
Toplamda program için 22 milyon dolar harcandı.

Pentagon yetkilisi: UFO'ların varlığından şüphe yok-Sputnik

Pentagon


© AFP 2018 /


ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) tanımlanamayan uçan cisimleri (UFO) araştıran özel programının ortaya çıkmasının ardından programın direktörü UFO'ların varolduğuna dair şüphe bulunmadığını söyledi.
Pentagon, motor gücüyle çalıştığına dair hiçbir işaret olmadan aşırı hızla uçan cisimlerle ilgili belgeler hazırladığını söylediği İleri Uzay Tehdidi Tanımlama Programı'nın (AATIP) 2012'de kapatıldığında ısrar ediyordu. AATIP Direktörü Luis Elizondo ise görevinden sadece iki ay önce ayrıldığını belirtti.
'MAKUL ŞÜPHENİN ÖTESİNDE'
Amerikan ve İngiliz medyasına konuşan Pentagon yetkilisi, 'insanlığın sahip olduğundan çok daha ileri teknoloji kullanan UFO'ların varlığının makul şüphenin ötesinde olduğunun kanıtlandığından' söz etti. Elizondo, ''UFO'ların oluşturduğu potansiyel tehdit karşısında ülkelerin bilinçli olması gerek'' uyarısı yaptı.
'NÜKLEER TESİSLER, ENERJİ SANTRALLARI'
UFO'ları kullananların insan olmadığının net olduğunu, dolayısıyla bunların nereden geldiği sorusunun sorulması gerektiğini dile getiren AATIP Başkanı, UFO'ların görülmesinin yoğunlaştığı coğrafi sıcak bölgeler olduğunu, zaman zaman nükleer tesisler ve enerji santralları üzerinde yoğunlaştığını, UFO'ların görülmesinda ortak unsurlar bulunduğunu anlattı.
'AŞIRI HIZ VE MANEVRA KABİLİYETİ'
Bunları 'aşırı manevra yeteneği, ses patlaması olmadan sesten hızlı sürat, saatte 8 bin mile ulaşan hız, kumanda yüzeylerinin olmaması' diye sıralayan Elizondo, elde ettikleri bu verilerin radar sinyalleri verileri, savaş uçaklarının kamera görüntüleri ve çok sayıda görgü tanığı tarafından desteklendiğini söyledi. ''Hiçbir zaman düşmanlık sergilemediler, ama bu dünyada kimsenin yapamayacağı şekilde manevra yapmaları karşısında bir şeyler gerçekleşebileceğine dair tetikte ve bilinçli olunmalı'' dedi.
EKİMDE MATTIS'E İSTİFA MEKTUBU VERDİ
2004 tarihli 'UFO karşılaşması' görüntülerinin tanıklarından olan eski donanma pilotu David Fravor'u geçen hafta UFO gördüğünden kesinkes emin olduğuna dair CNN'e demeç verdiği için 'ulusal kahraman' ilan eden Elizondo, AATIP'yi etrafında oluşturulan aşırı gizlilik yüzünden ekimde terk ettiğini belirtti. Savunma Bakanı James Mattis'e yazdığı istifa mektubunda ''Bu mesele için niye daha fazla zaman ve çaba harcamıyoruz? Bu fenomenin becerisini ve niyetini belirlemek hem silahlı kuvvetlerin hem de ulusun yararına olacaktır'' dedi.
'HAVADAKİ HER TUHAFLIK, UZAYLI OLMAK ZORUNDA DEĞİL'
Bazı başka uzmanlar ise UFO görmenin gerisinde genellikle dünyevi bir açıklama olduğunu, olmadığı zaman da bunu illa uzaylıların varlığının kanıtı olarak değerlendirmemek gerektiğini söylüyor.

Peru’da uzaylıya ait olduğu iddia edilen bir mumya bulundu-Sputnik


Kendilerini 'paranormal araştırmacı' olarak tanımlayan bir grup, Peru'daki Nazca şehri yakınlarında bir uzaylı mumyasını bulduklarını iddia etti.
170 santimetre boyunda olduğu söylenen mumya, bir insan vücudundan daha çok filmlerde tasvir edilen uzaylılara benziyor. Elleri ve ayaklarındaki kemik yapısı 3'er parmaktan oluşuyor.
Beyaz bir toza bulanmış olarak bulunduğu iddia edilen mumyanın, yapılan karbon testleri sonuçlarına göre 245-410 yılları arasındaki bir döneme ait olabileceği düşünülüyor. Gizemli mumyanın hali hazırda bilim insanları tarafından incelendiği belirtildi.

Rus bilim insanları Peru’daki 'uzaylı' mumyasını inceledi: 46 kromozomu var ama anatomik yapısı farklı-Sputnik

Peru-Nazca çizgileri


© AFP 2018 / MARTIN BERNETTI


Rus bilim insanları Peru’da geçen yıl bulunan ve uzaylıya ait olduğu iddia edilen mumyadan alınan hücre örneklerini inceledi. Mumyanın insanlar gibi 46 kromozomu olduğu, ancak anatomik yapısının farklı olduğu belirtildi.
Peru’da bulunan ve uzaylıya ait olduğu iddia edilen Maria adlı mumyanın hücre örnekleri analiz için St. Petersburg’a getirildi. Örnekler  St. Petersburg’daki Ulusal Araştırma Üniversitesi’nden Profesör Konstantin Korotkov ve Uluslararası Biyolojik Sistemler Enstitütüsü’nden radyolog Natalya Zaloznaya tarafından incelendi.
Mir 24 televizyonuna konuşan Korotkov, Maria’da 23 çift kromozom bulunduğunu ama anatomisinin insanlardan farklı olduğunu ifade etti. Korotkov "Şimdilerde tüm kromozomların, amino asitlerin pozisyonlarının bizimkilerle uyumlu olup olmadığını görmek için detaylı incelemeler yapıyoruz" dedi.
Peru’da Maria’ya benzer 4 mumya daha gördüğünü belirten Korotkov, “Hepsi erkekti ve 46 kromozomu vardı. Vücutları insan gibi ancak insan değiller. Anatomik yapıları farklı” ifadelerini kullandı.
Korotkov, mumyanın insanlardan binlerce yıl önce evrim geçirmiş, bir sel veya göktaşı düşmesi sonucu yok olmuş bir tür olabileceğini belirtti.

Korotkov ayrıca Perulu meslektaşlarıyla mumyanın gen yapısını ve DNA kodunu çözmek için işbirliğine devam edeceklerini, mumyayı bir gün Rusya’ya getirmeyi umduklarını da ifade etti.
Maria üzerinde yapılan röntgen çalışmaları ve tomografi, kaburga yapısının insanlardan daha farklı olduğunu gösterdi.
Rus bilim insanları ayrıca Maria’nın bulanmış olduğu beyaz tozun kadmiyum klorür olduğunu, bu maddenin antibakteriyel etkisinin mumyanın bugüne kadar bozulmadan kalmasını sağladığını tespit etti.

İngiltere’de fırtına sırasında gökten gizemli bir nesne düştü-Sputnik

İngiltere’nin Bridgwater kentinde, yıldırım çarpması sırasında gökyüzünden düşen garip nesne Megan Taylor’un kamerasına yakalandı.
The Daily Mail'e konuşan Taylor, yaşadığı şaşkınlığı "Daha önce böyle yıldırıma şahit olmadım ve kesinlikle yıldırım sırasında gökten bir şeylerin düştüğünü daha önce görmedim" ifadesiyle dile getirdi.
Taylor'un sosyal medyada paylaştığı video, ilginç yorumları da beraberinde getirdi. Takipçilerden biri, gökten düşen cismin bir kuş olabileceği tahmininde bulunurken diğerleri bu tahmini reddederek, cismin bir kuş için çok büyük olduğunu savundu.
The Daily Mail, Taylor'un paylaştığı görüntünün, yönetmenliğini Steven Spielberg'in yaptığı Dünyalar Savaşı (2005) filmindeki, uzaylıların yıldırım sırasında yere indirme yaptığı sahneyi andırdığını yazdı.

Daniken: Uzaylılar yeniden gelecek-Sputnik

Uzaylı
© AFP 2018 / FREDERIC J. BROWN


Dünya dışı yaşam ve antik medeniyetlerle ilgili iddialarıyla ve uzaylıların binlerce yıl önce Dünya'yı ziyaret ettiğini öne sürdüğü 'Tanrıların Arabaları' adlı kitabıyla tanınan İsviçreli yazar Erich von Daniken Sputnik'e konuştu. Daniken, uzaylıların gezegenimize gelip evrim sürecimizde bir sıçrama yaşamamız için müdahale edeceğini ileri sürdü.
Araştırmalarının özünü neyin oluşturduğu sorusunu yanıtlayan Daniken "Araştırmalarımın özü hep aynı: Binlerce, binlerce yıl önce Dünya'yı uzaylılar ziyaret etti. Atalarımız o zaman taş devrini yaşıyordu. Neler olduğunu anlayamadılar ve bu uzaylıları tanrı sandılar. Ancak tanrılar yaşamıyor, atalarımız bunu bilmiyordu. Bu tanrılar günümüz etnografları gibi davranıyordu. Birkaç kabileyi incelediler, birkaç dil öğrenip tavsiyeler verdiler. Bir süre sonra da gelecekte bir daha geri dönme sözü vererek vedalaştılar" ifadelerini kullandı. 'BURADA OLDUKLARI İHTİMALİNİ DE GÖZ ARDI ETMEMEK GEREK'
Daniken, ‘Tanrılar ne zaman geri gelecek?' sorusuna ise  şu yanıtı verdi: "Onların ne zaman geri geleceğini kimse bilmiyor. Ancak onların zaten burada oldukları ihtimalini de göz ardı etmemek gerek, bu başka bir konu."
Daniken'e göre uzaylıların Dünya'ya yeniden geliş amaçları da düşmanca olmayacak.
Daniken "Bu daha çok dışarıdan kaynaklı bir evrimsel sıçramaya yönelik olacak. Bizler evrimin ürünleriyiz ama yalnızca evrimin değil. Dünya hiçbir zaman kapalı bir sistem olmadı. Bazı zamanlarda dışarıdan müdahaleler oldu" ifadelerini kullandı.
'UZAYLILARIN ÇİP YERLEŞTİRDİĞİ İNSANLAR GERÇEKTEN VAR'
Çalışmalarının neden her zaman devletlerin özel servislerinin ilgisini çektiği konusunda konuşan Daniken şunları söyledi: "Günümüzde birçok insan uzaylılar tarafından kaçırıldığını söylüyor. Vücutlarında uzaylı çiplerinin yer aldığı insanlar da gerçekten var. Devlet de insanlık için potansiyel bir tehdit olup olmadığını ya da bunlar saçmalıktan mı ibaret olduğunu bilmek istiyor. Her şey bununla ilgili. Benimse bu konuyla ilgili bir yanıtım yok. Zira şimdiye kadar tek bir UFO görmedim, tek bir uzaylıyla konuşmadım. Ancak uzaylıların çip yerleştirdiği insanlar gerçekten var."

Eski bakan açıkladı: Uzaylılarla iletişime geçtik

27.11.2017 - 08:26

Eski bakan açıkladı: Uzaylılarla iletişime geçtik

1960'larda Kanada'nın Savunma Bakanı olarak görev yapan Paul Hellyer, uzaylılarla ilgili gündemi sarsan bir açıklamada bulundu. Geçmişte resmi makamlar tarafından sert bir dille yalanlanan "uzaylı" konusunda Hellyer, "Dört tür uzaylı Dünya'ya geldi fakat onları vurduk. Uzaylıların temasını örtbas etmek için trilyonlarca dolar harcandı" dedi.

Kanada eski Savunma Bakanı Paul Hellyer, uzaylılar konusunda gündemi sarsacak bir açıklamada bulundu.
1963-67 arasında Savunma Bakanı olarak görev yapan Hellyer 1960’larda uzaylılarla iletişime geçildiğini söyledi.
İngiliz basınında yer alan habere göre Hellyer, o dönemki hükümetlerin uzaylıların bu temasını örtbas etmek için trilyonlarca dolar harcadığını söyledi.
Hellyer, “Yıllar önce başka gezegenlerden ziyaretçiler geldi ve Dünya’nın gidişatı konusunda bizi uyardı ve bize yardım teklif etti. Biz de buna rağmen onları tehdit olarak gördük ve önce ateş açıp sonra soru sorma taktiğini izledik” dedi.
Soğuk Savaş döneminde uzaylılarla temas ettiklerini söyleyen Hellyer, “1961’de Soğuk Savaş zamanında 50 UFO Rusya’dan Avrupa’ya doğru inmeye başladı. Kumandanımız çok endişelenmişti ve panik butonuna basarak orduyu konuşlandırdı. Sonra açılan soruşturma 3 yıl sürdü ve dört farklı tür uzaylının gezegenimizi ziyaret ettiği ortaya çıktı” dedi. Hellyer, uzaylıların farklı yıldız sistemlerinden geldiğini söylerken, “Bunlar Andromeda’dan ve Satürn’ün Ay’ından geliyorlar” dedi.

Kanadalı eski bakandan şok iddia: Dört tür uzaylı geldi ateş açtık-HÜRRİYET

28.11.2017 - 00:14

Kanadalı eski bakandan şok iddia: Dört tür uzaylı geldi ateş açtık

Kanada’da 1963-67 arasında savunma bakanlığı yapan Paul Hellyer, dünyanın uzaylılar tarafından birçok kez ziyaret edildiğini iddia etti.

Hellyer, “Yıllar önce başka gezegenlerden ziyaretçiler geldi ve Dünya’nın gidişatı konusunda bizi uyardılar. Bize yardım teklif ettiler. Biz buna rağmen onları tehdit olarak gördük ve önce ateş açıp sonra soru sorma taktiğini izledik” dedi. Eski bakan, “Dört tür uzaylı Dünya’ya geldi fakat onları vurduk. Uzaylıların temasını örtbas etmek için trilyonlarca dolar harcandı” diye konuştu.

Uzaylılar Atlantik'teki adaya mı düştü?-HÜRRİYET

05.03.2018 - 12:05, Son Güncelleme:
Uzaylılar Atlantik'teki adaya mı düştü

Uzaylıların varlığına dair kanıtlar bulmaya çalışan Secureteam10 adlı grup, Google Earth üzerinden bulduğu bir görüntüyü paylaştı. İddialarına göre görüntüdeki obje, Dünya'ya düşmüş uzaylıların aracı.

Atlantik Okyanusu'nun güneyinde ve Antarktika'nın kuzeyinde bulunan Güney Georgia Adası'ndaki Paget Dağı'nda Google Earth ile alınan görüntüde kar üzerinde süründükten sonra karın içine doğru girmiş bir nesne gözüküyor.
Uzaylılar Atlantikteki adaya mı düştü
Uzaylıların varlığına inananlar bunun Dünya dışından gelip düşen bir uzay gemisi olduğunu iddia ediyor. Youtube'ta paylaşıldıktan sonra birçok kişi fotoğrafı yorumladı. Bazıları, bunun yakınlardaki bir buzuldan kopup sürüklenmiş bir kaya olduğunu ileri sürdü.
Uzaylılar Atlantikteki adaya mı düştü
Uzaylı iddiasını alaya alanlar ise "Bu Noel Baba'nın kayağı" ya da "Süpermen de bir dağa çarptığında böyle görülüyor" gibi yorumlar yaptı.

Dünyaca ünlü fizikçiden ‘uzaylılar’ ile ilgili ortalığı sarsacak iddialar-SÖZCÜ

Adı Stephen Hawking ile birlikte anılan ünlü fizikçi Michio Kaku, yeni kitabında Samanyolu’ndaki diğer gezegenlerde yaşayan canlılar hakkında iddialarda bulundu. Ünlü fizikçi Kaku'nun iddiasına göre, Uzaylıların bir parmak gibi uzuvları olmalı. Bu sayede uzaylılar hem avlarını hem de yarattıkları nesne ve aletleri tutmak isteyeceklerdir.

19:33 26 Şubat 2018
Dünyaca ünlü fizikçiden ‘uzaylılar’ ile ilgili ortalığı sarsacak iddialar
 
Samanyolu'nda 20 milyarı aşkın Dünya benzeri gezegen olduğunu söyleyen  Ünlü teorik fizikçi Michio Kaku, yaptığı araştırmaların sonunda elde ettiği verileri paylaştı. Ünlü  fizikçi yeni kitabında uzaylıların neye benzeyeceğine dair çok konuşulacak bir iddiada bulundu.
2
Eksobiyologlarla (Diğer gezegenlerdeki yaşam ihtimali üzerine çalışmalar yapan kimse) görüşen ve farklı dünyalardaki farklı ekosistemleri masaya yatıran Kaku'nun iddiaları arasında uzaylıların Jüpiter'in ayı Europa ve Satürn'ün ayı Enceladus gibi buzla kaplı Aylar üzerinde yaşayabileceğini söylerken, bazılarının da suyun altında yaşayabileceğini dile getirdi.
3
Kaku, su altında yaşayan ve akıllı yaratıklara benzeyen uzaylılara en çok benzeyen şeyin ahtapot olduğunu söylüyor. Kaku, uzaylıların olası özellikleri ile ilgili de 3 detay veriyor:
1
Uzaylılar aynı insanlar gibi stereo vizyona sahip olacak. Yani gözleri nesneleri görecek ve uzaklıklarını bilebilecek. Bu avlarını tespit etmek ve yakalamak için önemli. Zeki yaşam formları olduğu için bu uzaylılar yırtıcı ve agresif olmayabilir ama bu onların atalarından gelen bir alışkanlıkları olabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Bu sebeple dikkatli olmalıyız”
4
Kaku’nun iddiasına göre, Uzaylıların bir parmak gibi uzuvları olmalı. Bu sayede uzaylılar hem avlarını hem de yarattıkları nesne ve aletleri tutmak isteyeceklerdir.
5
Kaku, Onların bir dile ihtiyacı var. Çünkü onlar kümülatif olarak nesillerden gelen bilgileri aktarma ihtiyacı hissedeceklerdir. Bu sebeple dil çok önemli” dedi.
7
Kaku bu özelliklere sahip uzaylılara en çok benzeyen şeyin ahtapot olduğunu söylerken, “Ahtapot da stereo vizyona sahip ve uzuvları aracılığyla avlarını yakalıyor ve tutamaçlarını kullanabiliyorlar. Şu an Dünya'da 165 milyonu aşkın yıldır yaşayan ahtapotlar dil bilmiyor. Fakat farklı bir gezegende ahtapotlar, kendilerine göre bir dil geliştirebilir. Eğer baskı altında kalır ve evrimleşme sürecine girip, gelişmelere adapte olmaları durumunda ahtapotlar da dil geliştirebilir” ifadesini kullanabilir.
Kaku’ya göre, Evrende gezegenimize benzeyen 40 milyar gezegen var. Ancak herhangi bir gelişmiş medeniyetin bizimle bağlantı kurması sandığımızdan daha uzun sürebilir. Zira uzaylıların kullandığı dalgaların seyahat mesafesi sandığımızdan daha yavaş veya bizim tespit edemeyeceğimiz bir formda olabilir.
Ay'ın boşlukta olması demek; Ay'ın bir burçtan başka bir burca geçerken hiç bir gezegenle kontak kurmaması anlamına gelir. Ay'ın boşlukta olduğu zamanlar ve saatler, aslında bir nevi boş işler zamanıdır arkadaşlar.

1 Mayıs 2018 Salı

UFO MİTLERİ-ANKA ENSTİTÜSÜ

UFO MİTLERİ
27/06 2017

00019591 MODERN BİR SÖYLENCE
UFO MİTLERİ
Nuray Bilgili
İnsanın yaratılışı bilmecesi hala anlaşılmayan ve derin tartışmalara yol açan bir konudur. Kadim dinlerin birçoğunda Tanrının insanı “Çamurdan” yarattığı anlatılır. Sümer mitolojisinde ilk insan, Tanrıların görüntüsündedir ve insan şekli verilmiş çamurdan yaratılmıştır. Yunan mitolojisinde Prometheus kendi gözyaşları ile yoğurduğu balçıktan ilk insanı yaratır. Mısır mitolojisinde öküz başlı Tanrı Khnum, insanı bir çömlekçi çarkında çamurdan yaratmıştır. Çin mitolojisinde Tanrıça Nugua-NüWa su kenarından aldığı çamur ile insanı yaratır. Sami mitolojisinde ise Rab, ilk insan olan Adem’i kendi suretinde ve balçıktan yaratmıştır.
Egyptian goddess Heket, the toad goddess of birth
Resim1: Koç başlı yaratıcı Tanrı Khnum, insanı yaratırken tasvir edilmiş. Güneşin Koç Burcuna girdiği dönem olan 21 Mart, (gece-gündüz eşitliği) eski kültürlerde, baharın gelişi ve yeni yıl olarak kutlanır. Arkaik insan düşüncesinde zaman çizgisel değil döngüseldir ve her yıl dünya yeniden yaratılır. Bu nedenle insanı da Koç Başlı Tanrı Khnum yaratmıştır.
İnsanın mayasının çamurdan gelmesinin özel anlamlarının olduğu ve bizim anladığımızdan daha derin anlamlar taşıdığı açıktır. Mitolojilerde toprak en önemli yaratıcıdır ve “Terra Mater” yani “Toprak Ana” adıyla kutsallaşır. Her şey topraktan gelir ve toprağa geri döner. Arkaik insanın, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için toprağı kullanmaya başladığı tarih öncesi çağlarda, bu tür çamur mitleri ürettiği de düşünülebilir.
Tarım çağının başlamasıyla birlikte, küçücük bir tohum tanesinden olağanüstü biçimde ağaçların ve bitkilerin meydana gelmesi, topraktan çıkan ürünlerin çeşitliliği, arkaik çağ insanı için elbette gizemli ve büyüsel bir olaydı. Yerleşik düzene geçmiş topluluklarda çömlekçilerin çamurdan yarattığı formlar, insanın nasıl yaratıldığına dair ilham ve esin vermiş olabilir.
Mitolojiler, insanoğlunun varoluş ve yaratılış ile ilgili anlam arayışına verdiği cevaplardır. Ağaçlar, denizler ve dağlar nasıl yaratıldı? Ay ve Güneşi kim hareket ettiriyor? insanı kim ve nasıl şekillendirdi? gibi soruların cevapları merak edilir ve daima sorgulanır.
İnsanoğlunun bilincindeki her sıçrayış, yeni bir mit yaratır. Bu açıdan bakıldığında, taş devri mitleri ile demir çağı mitleri arasında farklılıklar olacaktır. Ve elbette avcı toplayıcı kültürden yerleşik düzene geçiş, yazının bulunması ve insan bilincinin evrimi ile birlikte, yeni mitolojiler yaratılacaktır. Her mit, o çağda yaşayan insanın sorularına cevap verebilmeli ve onu bilgi açısından doyurabilmelidir.
Kolektif bilinçaltındaki bilişsel enerjiyi ve bilgiyi görünür kılanlar şamanlar, bilgeler, peygamberler ve bilim adamlarıdır. Bu bağlamda evrenin nasıl oluştuğu ve İnsanın nasıl yaratıldığı konusu, o çağın özel insanları tarafından cevaplanmıştır. Mitoloji yaşayan bir organizma gibidir ve bilinç düzeyi yükseldikçe eski mitolojiler yeni mitolojilere doğru evrilir.
Evrim teorisinin de bir mit olduğu söylenir. İnsanın çamurdan yaratıldığı söylencesi, insanın maymundan geldiği anlatısına doğru evrilmiştir. Darwin, yaşamın ilk kıvılcımının “amonyak ve fosfor tuzları, güneş ışığı, sıcaklık, elektrik akımı vb. unsurların bulunduğu ılık bir su birikintisinde” oluşmuş olabileceğini ileri sürmüştür. Sudaki canlılar aşamalı olarak karaya geçmiş ve karada başlayan bu yaşam, insan formunu buluncaya kadar, milyonlarca yıl süren değişime maruz kalmıştır. “Evrim”, Tanrının varlığını ya da yokluğunu sorgulamaz.
human-evolution-family-tree-with-skulls-graphic-hero
Resim2: 7 milyon yıl önce yaşayan ve bulunan en eski kafatası ve günümüze kadar gelen diğer Humanoid varlıklar.
Bilim adamları “İnsansı” adını verdikleri ve maymuna da benzeyen, yüzlerce kafatası bulmuş ve “Homo Saphiens’i” yani “Akıllı İnsanı” bu “İnsangiller” familyasının en üst basamağına yerleştirmişlerdir.

Elbette sadece insanlar değil, insanlığa bağlı olarak konuştuğumuz dil ve yazı, kullandığımız aletler ve teknolojide evrilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Evren adını verdiğimiz kainat da, bizim bilgimizin dışında bir varoluş, büyüme, gelişme ve yok oluş süreci ve bir anlamda dinamik bir döngü içinde, sürekli değişim ve dönüşüm halindedir.
Darwin’in bu teorisi, insanın çamurdan yaratıldığı söylencesini benimseyen, “İnançlı” bir gurup tarafından şiddetle reddedilmektedir. Tanrının çamurdan yarattığı insan nasıl olurda maymundan evrilir?
Bu kaos içinde, eski filozof ve din alimlerinin de, evrime benzer düşünceler ürettikleri, örnekleri ile açıklanmaya çalışılır. 1000 yıl önce yaşayan İbn Miskeveyh ruhun, insanlık mertebesine gelene kadar önce bitkilerde ve özellikle hurma ağacında, daha sonra hayvanlara uğrayarak tekamül ettiğini açıklar. Maymunları ise, ruhun insan bedenine girmeden önce uğradığı, bir evvelki aşama olarak görür.
Fakat aslında İbn Miskeveyh zahiri bedendeki evrimden değil, ruhun tekamülünden bahseder. Bu düşünce ruh göçü olarak tanımlanan reenkarnasyon ya da Türk tasavvuf felsefesindeki “Tenasüh” anlayışıdır. Türk Budizm’inde ise “Samsara” kelimesinin bozulmuş şekli olan “Sansar” adıyla bilinir. Ruh, yaşam piramidinin tabanındaki en ilkel yaratıktan başlayarak, piramidin zirvesindeki insan bedenine girme şerefine ulaşmak için, tekrar tekrar çeşitli formlarda dünyaya gelir. Ruhun terbiye edilmesi ve tekamül etmesi için, bu uzun ve zorlu yolculuğa katlanması ve çeşitli sınavlardan başarı ile geçmesi gerekir.
2227f644d068904fadca9d6b8088e0dc--reflection-photos-islamic-art
Resim3: 13.yüzyılda yaşayan bilim adamı Kazvini’nin “Acaibü-l- Mahlukat” adlı eserinden yarı balık yarı insan bir yaratık. Sürrealist biçimde ifade edilmiş ve hayatın sulardan başladığı düşüncesi ile bağlantılı bir ikonografi. Mitolojilerde kadın, balık ve sular daima doğurganlık ve üreme ile alakalı semboller olmuştur.
Tüm bu çatışmalar yaşanırken bir anda insanlık, dünya dışı varlıkların olabileceği gerçeği ile karşılaşır ve Tanrının insanı çamurdan yarattığı ya da insanın maymundan evrildiği söylenceleri, yerini Ufo Mitlerine bırakır.
Genetik kodumuzun evrenin başka bir yerinden gelen akıllı varlıklar tarafından oluşturulduğu teorisi ise “Panspermia” adı verilen başka bir mittir.
prometheus1087
Resim4: Panspermia; dünyadaki hayatın, meteorlar ya da kozmik tozlar sayesinde taşındığını ve dünyadaki hayatın bu şekilde başladığını ileri süren teori.
1953’te DNA molekülünün yapısının keşfedilmesi için çalışma yürüten İngiliz bilim adamı Francis Crick’e göre, “Organizmalar başka bir gezegenden akıllı varlıklar tarafından kasıtlı olarak dünyaya gönderildi. Yaşamın bu şekilde dünyaya ulaşmasının mümkün olduğunu, ancak şu anda bilimsel kanıtların olasılık hakkında kesin bir şey söylemek için yetersiz olduğu sonucuna varıyoruz” açıklamasında bulunmuştur.
Eric Von Daniken de, “Tanrıların Arabaları” adlı kitabı ile, insanların gözlerini yerden gökyüzüne doğru çevirdi. Daniken, Sümer ve İbrani mitlerini kaynak göstererek ve referans alarak, bir dış müdahale ile uzaylı varlıklar tarafından insanın yaratıldığını yazdı.
Böylece insanoğlunun “Yalnız mıyız” sorusu, varlık boyutunda yeni cevaplar buldu ve bu arayışlar bir şekilde yeni mitlerin kaynağını oluşturdu. Sitchin’e göre bu antik astronotlar, güneş sisteminde 3600 yıllık döngüsü olan ve Sümer mitlerinde “Marduk” ya da “Nibiru” adı ile anılan bir gezegenden gelmişlerdir. İnsansı ya da “Humanoid” adı verilen yaratıkları kozmik tohum ile döllemiş ve kendilerine benzeyen insanı yaratmışlardı.
Aynı görüşleri paylaşan Eric Von Daniken de, İbrani mitlerine ve Tevrat’a gönderme yaparak, “Nefilim’lerin” aslında uzaylı gelişmiş varlıklar olduklarına işaret eder. Sümer mitlerinde “Anunnaki” olarak geçen bu varlıklar göklerden gelerek, insan kızları ile birlikte olurlar ve tabiri caizse, yarı Tanrı yarı insan olan şimdiki insan ırkını yaratırlar.
Aslına bakılırsa bu tür gizemli ve inanılması güç ifadeler Kuran-ı Kerimde de geçer. “O gün (Allah) onların hepsini toplar: ‘ Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz’. (Enam(6)/128-130).
UFO Mitlerini bilinçaltı arketipler boyutunda araştıran psikanalist C. G. Jung ise bu göksel olayları “Psişik Dönüşüm Fenomenleri” olarak açıklar. O’na göre; UFO görüntüleri ile birlikte dünya dışı varlıkların insanı yarattığı söylencesi, bir anlamda Tanrı arketiplerinin değişimidir.
Bu değişimler, Jung’ın “Platon Ayı” adını verdiği yaklaşık 2143 yılda bir gerçekleşir. Eski Mısırdaki Platonculuk olarak bilinen ezoterik geleneğe göre, dünyanın her bir devinimi Boğa Burcu, Koç Burcu, Balık Burcu ve Kova Burcu dönemi adı verilen, çağlara denk gelir.
Dünyanın dönüş ekseni, bir topacın dönüşü gibi Güneş ve Ay’ın da çekim etkisinden dolayı yalpalama yapar ve bu devinim yaklaşık 25 920 (yaklaşık 26 000) yıllık bir döngü oluşturur. Bu döngü süresini 12’ye bölersek 2160 yıl gibi bir sonuca varırız. Her 2160 yılda ya da Jung’a göre 2143 yılda bir ilkbahar noktası burç değiştirir. Bu hesaplamalara göre, şu anda içinde bulunduğumuz çağ Kova Çağıdır.
“Devinim Yılı” adı verilen ve NASA tarafından yapılan tanıma göre “Ekinoksun bir döngüsünün, ekliptik üzerinde tamamladığı (tahmini) 25 800 Dünya yıllık zaman periyodudur”. Ayrıca “Platon Yılı” olarak da bilinir.
Jung, içinde bulunduğumuz çağın Kova Burcu çağı olduğunu ve bu çağa uygun mitler üretmeye başladığımızı düşünür. Bu döngüler, bilincin ve ruhun evrimini etkiler ve mitleri de değiştirir ve dönüştürür.
Jung’a göre her bir döngü, o çağa özgü bir mit yaratır. Bu bağlamda Kova çağında bilinçaltı rüyalarda kendini gösteren ve gökyüzünde gözlenen UFO’lar ile dünya dışı varlıklar üzerine yeni söylenceler üretilmeye başlanmıştır.
Tanrının maskeleri ya da görünümleri sayılamayacak kadar çoktur. İnsanlık tarihi boyunca binlerce mitoloji ve din ve yine binlerce kutsal Tanrı imgesi yaratılmıştır. UFO adı verilen araçlar ile gelen uzaylı varlıklar, Jung’un arketip adını verdiği mitler ve masallarda adı geçen “İlk Örnek” Tanrı görünümlerinin ve guruplarının değişmiş şeklidir. Bunlar kolektif bilincin ve ruhun dönüşümlerine eşlik eden fenomenlerdir.
UFO’ların gökyüzündeki hareketleri, insanların kozmik güçler tarafından gözlemlendikleri duygusuna kapılmalarına neden olmuştu. Hatta bazı kaçırılma olayları ile kadınların döllendiği ve bir süre sonra bebeklerin alındığı söylencelerine dahi yol açmıştı. Bu çocukların yarı insan yarı uzaylı olduğu ve insanüstü özellikler taşıdığı da vurgulanmış ve bir anlamda insan evriminin dış müdahale ile başladığı inancı doğrulanmaya çalışılmıştı.
black-dna-dna-double-helix-dna-helicase-abstract
Resim5: Günümüzde dünya dışı varlıklardan hamile kaldığını ve daha sonra bebeklerin yine onlar tarafından alındığını söyleyen insanlar vardır. Bu durum dünya dışı varlıklar tarafından insan genlerine yapılan manipülasyon olarak görülmektedir.
Bu varlıkların üstün bilgeliğe ve ahlaka sahip, insanlığı kurtarmaya gelmiş Tanrısal varlıklar olarak algılanması çeşitli UFO tarikatlarının kurulmasına yol açtı. İnsanın bilinçaltında, mitolojik ve dini fenomenler olarak algılanan bu olaylar, sapkın birtakım tarikatlar tarafından, sonuçları çok acı olacak biçimde kullanıldı.
1975 yılında Marshall H. Applewhite “Cennetin Kapısı” tarikatını kurdu. Applewhite uzaylıların kendisiyle iletişime geçtiğini ve onlardan bir takım bilgiler aldığını söyledi. Tarikatın 39 üyesi Hale-Bopp isimli kuyruklu yıldızı bir işaret olarak kabul edip intihar etmişlerdir.
Proxima adlı bir gezegenden gelen uzaylı varlıklardan bilgi aldığını söyleyen Güneş Tapınağı lideri Luc Jouret, 1994 yılında 50 müridi ile birlikte intihar etmişti. Sözde bu varlıklar yaklaşmakta olan kıyametten, kendilerini kurtaracağını söylemişlerdi.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat birçoğunun başka bir ortak yönü, Sami mitlerindeki söylencelere ve kutsal kitaplardaki olaylara, ya da simge ve sembollere gönderme yapmaları ve dini kaynakları kendilerine referans almalarıdır. Bunu Sitchin ve Daniken’da da görüyoruz. Her ikisi de UFO ya da dünya dışı varlıklarla ilgili teorilerini, eski Sümer mitlerine ve özellikle Tevrat’a dayandırır. Örneğin Sümer mitlerindeki Annunaki’ler ve Tevrat’ta adı geçen Nefilimler’in, uzaylı “Gözcüler” olduğunu ki, bu iki kelimenin anlamı da gökyüzündeki gözcülerdir, söylerler.
Bu bağlamda Jung’ın şu sözleri çok ironiktir. “Dini ve mitolojik kolektif içerikler, kendilerine Cizvitler, Yahudiler, Kapitalistler, Bolşevikler, Emperyalistler gibi uygun yansıtma aktörleri seçerler.”
Jung UFO’ların özellikle 2. Dünya Savaşından sonra görülmeye başlamasının, büyük travmalar sonrasında yaşanan bu zor ve karanlık dönemde, gökten gelen kurtarıcı varlıkların müdahale etmesi beklentisi olarak görür. Felaket tehlikesi korku yaratmakta ve bu korku, insanların yeryüzünde sağlayamadığı güveni, dünya dışındaki alanda aramalarına neden olmaktadır.
Ona göre UFO fenomeni bir mit haline gelmiştir ve mitlerin nasıl ortaya çıktığı da bu olaylar ile izlenebilir. Bilinçaltından rüyalara ve mitlere yansıyan yuvarlak, küre ve çember şeklindeki biçimler, Tanrı imgesidir. Jung dairesel ve yaklaşık küre biçiminde olan UFO’ları, ruhları simgeleyen enerji yüklü arketipler olarak tanımlar. Bunlar mükemmel bütünlük ve tamlık simgesidir. Dolayısıyla UFO mitleri, bilinçdışındaki arketiplerin bir üründür ve psikolojik yorumlama gerektiren vizyonlardır.
Arkaik mitolojilerde Tanrılardan ya da göksel cisimlerden gebe kalma, doğan çocukları kahraman ve yarı Tanrı olma şerefine eriştirir. Hz. İsa ilahi bir varlığın çocuğudur. Katoliklere göre babası Tanrının kendisidir. Kuran-ı Kerim’de ise bu olay için Tanrı, “Ruhumdan Üfledim” tabirini kullanır. İslami söylencelerde Tanrının bir melek gönderdiği ve o meleğin Hz Meryem’e üfleyerek gebe bıraktığı anlatılır. Ve çoğunlukla o ruh ya da melek Cebrail olarak bilinir. Cebrail ya da Gabriel ezoterik bilgiye göre Ay’dır. Cengiz Kağan’ın annesi Alan Koa pencereden içeri süzülen “Ay Işığı” ile hamile Kalır. Oğuz Kağan’ın anası Ay’dır.
Jung’a göre ilk Tanrı imgeleri, gökyüzünde eril ve dişil nitelik verilen ve Tanrılaştırılan gezegenlerdir. Ay hem eril hem de dişil nitelikli ve dölleyici özelliğe sahip göksel bir arketiptir.
Ünlü dinler tarihi uzmanı Mircea Eliade’ya göre, en eski dönemlerden bu yana Ay; kadın, sular, yağmur, bolluk, bereket, doğurganlık ve dölleyicilik unsurlarıyla birlikte anıla gelmiştir.
Ay’ın halden hale girmesi, 3 gün ölmesi ve tekrar dirilmesi, yeryüzündeki bitkileri ve suları etkilemesi, bilinçaltında ölümden sonra hayat ve yeniden doğuş gibi, mitolojik düşüncelerin oluşmasına neden olmuştur.
Türkçede de “Ay” sözcüğü, yaratmak ve türetmek anlamına gelir. Türklerin, bir ışın demeti veya Ay ışığı aracılığıyla doğduğunu söyleyen şaman gelenekleri mevcuttur. Dolunay, şaman mitolojisinde, güçlü şamanların atası sayılmıştır.
Günümüzde ise ayın bu dölleyici gücü, yerini UFO’lara ve uzaylı varlıklara bırakmıştır. Özellikle Hz. Meryem ve Hz. İsa ile ilgili eski resimlerde ışık saçan cisimler UFO olarak yorumlanarak, Hz. Meryem’in dünya dışı varlıklardan gebe kaldığı gibi düşüncelerin doğmasına neden olmuştur.
The-Madonna-with-Saint-Giovannino
Resim6: İtalyan sanatçı Filippo Lippi’nin “La Madonna e san Giovannino” tablosu. (15. yüzyıl) Tabloda, gökyüzünde ışık saçan cisim UFO olarak yorumlanmıştır.
Bilinçaltı yaratıları olan mitoloji ve sanat, Tanrısal kaynaklı enerjinin görünür hale gelmesidir. Bu olağanüstü ve görkemli enerji, insan ruhuna sonsuza kadar akmaya devam edecek ve insan bilinci aşama kaydettikçe yenileri yaratılacaktır. Bu yaratılar öngörülemez ve bunları görmeye de zaten bizim ömrümüz yetmez.

Kadim bilgelerin dediği gibi, Tek bildiğimiz şey, aslında hiç bir şey bilmediğimizdir.

the-summons-Painting-by-Jason-Hernandez
Resim7: Günümüz sanatçılarından Jason Hernandez’in “Çağrılar” isimli tablosu. Bu resimde Tanrıyı işaret eden ikonografilerin yerini UFO’lar almış ve kutsalın ya da kutsalların kendini ifade etme şekli değişmiş. Jung’ın dediği gibi “Tanrı Arketipleri” değişerek, modern sanatta kendi ifadesini bulmuş. 

 http://ankaenstitusu.com/ufo-mitleri/

25 Şubat 2018 Pazar

BİLİM ADAMLARI-SIRIUS UFO



Bilimadamları Ne Diyor?
Birçok bilimadamı bölgede yoğun araştırmalar yapmıştı. İşte ünlü Rus bilimadamı Alexander Kazantsev’in vardığı sonuçlar:
“Güneş Kapısı’nın dikili taşları üzerine kazınmış sembolik resim ve yazılar, çağımız astronomlarına ve bilim adamlarına uzun ve yorucu bilmeceler teşkil edecekler. Çizimleri yapılmış olan resim ve desenler gezegenler arası ulaşım fikrini ima ediyorlar. Güneş Kapısı üzerinde görülen “Kondor Kuşu” ideogramının baş kısmı içine bir uzay gemisi resmi işlenmiştir. Yan figürlerde görülen jaguar başı kuvveti ve yer yüzündeki hayatı ifade eder. Piramit enerjiyi, Akbaba ise gökte yolculuğu anlatır. Bu semboller günümüzde de çevre yerlileri arasında aynı anlamlarla kullanılmaktadır.”
viyede ya da bizden daha ileri düzeyde olduğunu düşünüyorlar.

GÜNEŞ DİSKİ-SIRIUS UFO



And dağları insanları şu yıllarda yeni bir çağa girmekte olduğumuzu ve bu çağın Paçakutek’in, yani Işık’ın dönüşü olacağını söylüyorlar. Bu, inanışlarına göre, dördüncü boyuta geçeceğimiz bir zamanın başlangıcıdır, ve böylece daha önce görmediğimiz pek çok şey bize görünür olacaktır. Bunların arasında kayıp şehir Paititi ve Titikaka Gölü’nün altındaki eterik şehir de vardır.
Lemurya kıtasının sular altına gömüldüğü zamanlarda Lemurya’nın Büyük Yöneticilerinden Aramu Muru’ya Güneş Tapınağı’nda bulunan Altın Güneş Diski alıp daha güvenli olan Titikaka Gölü’ne getirme görevinin verildiğini anlatan bir efsane vardır. İnkalar zamanında Güneş Diski Cusco kentine getirilip ana Güneş Tapınağı olan Qorikança’ya yerleştirilmiş ve İspanyollar gelene kadar orada korunmuştur. Bu olaydan sonra Güneş Diski Titikaka Gölü’nün içindeki Ebedi Eterik Şehir olarak anılan şehre geri yerleştirilmiştir. İnkaların Köken Efsanelerine göre, burası ilk İnkalar olan M’anko Qapak and Mama Oqllo’nun yeryüzüne indikleri yerdir.
İnkaların anlattığına göre, Güneş Diski, galaksinin ortasında bulunan Evrensel Akıl Kaynağı Wirakoça’dan gelen ışık bilgilerini almak için bir kozmik bilgisayar olarak kullanılıyordu. Önceleri Lemuryalılar, daha sonra da İnkalar Güneş Tapınağı’na girip kendilerini açtıklarında kutsal bilgilere ulaşabiliyorlardı. Kutsal Güneş Diskinin tekrar aktive olup kozmik bilgiye ulaşımı sağlayacağı zaman şimdi içinde bulunduğumuz zamanlardır. Yerli öğretmenlerle pekçok spiritüel dünya lideri 1987 yılında gezegen enerjisinin Tibet’in eril enerjisinden Peru’nun dişi enerjisine, daha da enterasanı Titikaka Gölü’ne, Maçu Piçu’ya ve İnkaların Gizli Vadi’sine kaydığını belirtmiştir. Bu bölge, yeni dişi enerjinin Dünya Ana’ya, “PaçaMama”ya giriş yaptığı ana kapı olarak bilinmektedir. Ve tüm bunlar yeni bir Çağın habercisidir…

Arama

Artık istediğiniz şeyi blogumuzda arayabilirsiniz. Arama kutucuğu kenar çubuğunun en üstünde!

VENÜS BAĞLANTISI-SIRIUS UFO


İnka harabelerinde bulunan taş bloklar üzerine işlenmiş takvimler olduğu görülmüştür. Ancak 18.-19. yüzyılda hesaplanabilen bazı astronomik esaslar, 10 binlerce yıl önceye tarihlendirilen bu takvimlerde şaşırtıcı bir doğrulukla uygulanmıştır. İnkaların Venüs takvimi 225 günden, Mars takvimi ise 687 günden oluşur. Bunlar göksel bağlantının şaşırtıcı delillerdir. Zaten İnka inançlarına göre “Tanrı” geldiği yerden uzayın sırrını, yazıyı, tarım bilgisini, sanat ve mimari anlayışı ve daha nice bilginin kullanılma esaslarını da birlikte getirmiştir.
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir. Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
” İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti. ”
Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.

İNKALAR-SIRIUS UFO



İnkalar, Güney Amerika’da binlerce yıl önce yaşamış büyük uygarlıklardan uygarlık, Uygarlık 1530 yılında İspanyolların buraya varmasıyla son bulmuştur.
İnanç sistemlerini incelediğimizde, diğer pek çok antik uygarlıkta ve çağdaşları olan toplumlarda görülen inançlarla benzerlikler olduğunu ve İnkaların bu hikayelerin kendilerine özgü anlatımlarına sahip olduklarını görüyoruz.
“Yine Venus Gezegeni ve Gökten Gelen Tanrılar”
İnka harabelerinde bulunan taş bloklar üzerine işlenmiş takvimler olduğu görülmüştür. Ancak 18.-19. yüzyılda hesaplanabilen bazı astronomik esaslar, 10 binlerce yıl önceye tarihlendirilen bu takvimlerde şaşırtıcı bir doğrulukla uygulanmıştır. İnkaların Venüs takvimi 225 günden, Mars takvimi ise 687 günden oluşur. Bunlar göksel bağlantının şaşırtıcı delillerdir. Zaten İnka inançlarına göre “Tanrı” geldiği yerden uzayın sırrını, yazıyı, tarım bilgisini, sanat ve mimari anlayışı ve daha nice bilginin kullanılma esaslarını da birlikte getirmiştir.
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir. Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
“İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti.”

Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.
And Dağlarında bugün ilkel olarak nitelendirdiğimiz ama düşünceleriyle çok ilerileri görebilen, UFO gerçeğini kabullenmiş, zeki yaşamı Dünya gezegeni ile sınırlamayan yerlileriyle Güney Amerika…
Ve yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olarak kabul edilen gizemli TİAHUANAKO şehri. Tiahuanako , La Paz’ın 90 km. ötesinde , Titikaka gölünün 24. km yakınlarındadır. Yerliler bu şehre aynı zamanda “ ebedi şehir” anlamına gelen “ Huinai Marka” da demişlerdir.
Tiahuanako şehrinin yaşı bilinmez. Dev kalıntıları geniş bir arazi üzerinde dağılmış durumdadır. Surlar, mezarlıklar , saraylar, mabetler , piramitler, heykeller, düzgün yollar bu şehirden günümüze kadar gelen izlerdir.
Pisaq arkeolojik Parkı: Kayaların kesimindeki düzlüğün mükemmelliği hayret verici..
Şehrin kalıntıları genel olarak üç kısma ayrılır:
• 15 m. yüksekliğinde ve 32.400 m2 yüzölçümü olan kale. (Akapana )
• 128.74 m. boyunda ve 118.26 m. genişliğindeki tapınak. (Kalassaya)
• Kapılar (Puma-Punku, Tunka-Punku, Umu-punku)

Akapana bir kaleden çok başlı başına bir şehirdir. İçinde evleri, depoları, atölyeleri ve kusursuz su yollarını barındırır. Kalassaya ise sadece tapınak değil aynı zamanda gözlemevidir de.
Burada inanç ve uzay bilgisi, gökyüzü ile kurulan bağlantı bir kere daha karşımıza çıkıyor. Binanın yapım tarzı, duvarları meydana getiren taş blokların yerleştirilmesi astronomi temellerine dayanılarak yapılmıştır. Kalassaya’ya güneş tapınağı da denmesine rağmen, burada Güneş Tanrısına tapınıldığını gösteren hiçbir ize rastlanmamıştır.
Tiahuanako şehrinin en esrarlı bölümlerinden birini de kapılar oluşturur. Yarı oyulmuş heykelleri ve yarım bırakılmış taş bloklarıyla burası birden terk edilmiş şantiye etkisini bırakır. Buradaki kum taşı bloklarının her biri en aşağı yüz tonluktur. Birbirlerine bakır penslerle tutturulmuşlardır. Tepelerine de 60 tonluk küpler konmuştur. Kaldırım taşları yada rıhtımlar ise 5 m. boyundaki tek parçalık taşlardan imal edilmiştir.
Kapılar kısmında bulunan 7 m. boyunda , kızıl taştan oyulmuş, bütün yüzü çeşitli desen ve sahnelerle süslü dev bir heykel de La Paz Açık Hava Müzesi’ne getirilmiştir. Tiahuanako anıtlarının dev ölçüleri nedeniyle “Dev Şehir” yada “Devlerin Şehri” adını da almıştır. Ancak bu şehrin önemli kalıntılarının devasa ölçülerde olmasından değil, bilinmeyen tarihinde ve bu tarihe açıklanamayan ipuçları getiren izlerindendir.
Saksahuaman , Machu Pichu ve Paşamak da tarihleri tam olarak bilinemeyen esrarengiz şehirlerdendir. Bir yönden aralarında Tiahuanako uygarlığıyla bağlantılar vardır.
Şimdi gizemli şehir Tiahuanako’nun hangi bilimsel veriler ışığında inşa edildiğini bazı örneklerle inceleyelim:

Tiahuanako: Güneş Kapısı
Tiahuanako’nun en gizli ve ilgi çeken anıtı 10 tonluk tek bir kaya parçasından oyulmuş, 3 m. boyunda, 3.75 m. enindeki Güneş Kapısıdır. Üst kısmında ortada uçan bir Tanrının çevresinde 48 figür dizilmiştir. Taçlı pumalar , akbabalar, kanatlı yaratıklar, tanrının karşısında diz çöken ya da ona sırt çeviren, uzaklaşan insanlar ve şekiller vardır. Orta yerde bulunan Tanrının kimliği kesin olarak bilinmiyor. Güneş tanrısı, Yaratıcı Tanrı Virakoşa olabilir.
Geleneksel yorumcular Güneş Kapısı’nın mitoslara dayanan kozmogonik bir sistemi simgelediğini belirttiler. Kapı Tiahuanako uygarlığının bilimsel oluşumunu gösteren bir takvim olabilir. Hatta belki de o, dünyanın en eski takvimidir. Kapının ortasındaki tanrı motifi onbir değişik biçimde tekrarlanmakta , yani güneşin bir yıl içindeki hareketlerini, on iki ay’ı göstermektedir. Bununla birlikte sadece Güneş değil, son derece karmaşık bir sistemin içinde Venüs gezegeninin ed çevrimi kapıda aktarılmıştır.
Yan yana duran üç takvim taşında , üç ayrı takvim hesabı vardır. Birinci takvim Kutsal Yıl hesabıdır. Bunda bir yıl 260 gün olarak hesaplanmıştır. İkinci taşta Güneş Yılı takvimi işlenmiştir ve yıl 365.2422 gün olarak hesaplanmıştır. Üçüncü taştaki takvim ise Venüs yılını gösterir. Burada bir yıl 225 gün olarak gösterilmiştir.
Bu hesapları çağdaş bilim seviyemiz ancak uzun çalışmalar sonrası yapabilmektedir. Ekinokslar ilk kez milattan 125 yıl önce Hipparchus tarafından hesaplanmıştır diye bilinir. Acaba Tiahuanako’lu astronomlar bu araştırmaları kaç bin yıl önce yapmışlardı ?
Güneş kapısına oyulmuş taş takvim dört bölüme ayrılmıştır. Her bir bölüm astronomik açıdan dünyasal dört mevsimi gösterir. Ve bu dört bölümün her biri yılın 12 ayını göstermek üzere 3 e ayrılmıştır. Yılı 290 gün olarak sayan Tiahuanako astronomları ayları da 24 günden saymışlar, buna karşılık her gün için ayın durumunu ayrıntılı olarak göstermişlerdi. Günümüz astronomları öteden beri ayın görünen hareketinin gerçek hareketi olmadığını bilmelerine karşın bu gün bile çoğu takvimlerimizde ayın yalnız görünen hareketi gösterilir. Yoksa Tiahuanako yerlileri yüzyıl insanından daha ileri bir bilgiye mi sahiptiler ?
Kapı üzerindeki kabartma resimlerde stilize edilmiş makineler , özel elbiseler giymiş astronomlar , geri tepkili yılankavi biçimli roketler ve Venüs, Merih gezegenlerinin takvimleri işlenmiştir. Milattan binlerce yıl önce insanlar Venüs yılının 225 gün olduğunu nereden öğrenmişlerdi? Bu yıldızla o dönem insanlarının arasındaki bağlantı neydi?
Astronomi bir yana, Tiahuanako’nun arkeolojik yönden de esrarları hala çözülmüş değil. Tarihsel olarak uygarlık dönemlere ayrılmış:
• Göçebe kavimleri birleştiren birinci dönem…
• Dıştan gelen üstün bir uygarlığın istilasına tanık olan ikinci dönem…
• Beyaz tenli, sakallı bir ırkın gücünü tanıyan üçüncü dönem…
• Dev ölçülerde yapıların yükseldiği dördüncü dönem ve…
• İnkalar’ın egemenliği altında geçen beşinci dönem.
M.S. 500 ile 1200 yıllarını kapsayan bu beş dönem içinde tarihin açıklayamadığı, dıştan gelen üstün bir uygarlık, beyaz tenli, sakallı bir ırk gibi önemli noktalar vardır.
İnkalar , Titinaka bölgesini ele geçirdiklerinde , Tiahuanako geçmişi bilinmeyen, gerçekliği efsanelerle karışmış bir kentti. Son imparator Atahualpa:
“ Hiç kimse bu şehrin kalıntılarından başka bir şey görmedi. Kuruluşu geçmiş çağların karanlığına aittir” diyordu.
Efsane , şehrin beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığını söyler. Viranoşa yanından hiç ayırmadığı inti kuşu ile birlikte geze. İnsanları eğitir. İnkalar’a mısır buğdayını getiren de odur. Tanrı Viranoşa, zamanla ahlakları bozulan şehirlere kızıp onları taşa çevirir. Kızdığı zamanlarda insanlardan önce yarattığı devleri yok eder, tayfunlar yaratır.
Sonunda dünyanın yaratıcısı PACHAYACHACHİ , dünyanın öncüsü PACHACAMAC ve ebedi TİCSİ/ VİRAKOŞA suların üzerinde yürüyerek ufukta kaybolur gider. Gitmeden önce insanlara onları koruyacak beyaz tenli ve sakallı başka yaratıklar göndereceğini söyler.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan birinin üzerinde yer alır. Bu taş bloğa da stilize edilmiş özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir:
Altın renkli, kuş benzeri göksel bir taşıt aracı ile uzaysal yolculuklar yapan, üstün nitelikler sahibi farklı bir kadın. Yaratıcı tanrıça…
Hem de dünyada yeni bir ırk yaratma amacıyla Güney Amerika topraklarına inmiş Dünya Dışılı misyoner bir Tanrıça.,
Fiziksel özelliklerinde dikkati çeken uzun kulakları olması. Ne gariptir ki ya da ne açıklayıcıdır ki , halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi OREJANA adını taşır. Bu kabilenin insanları tarif edilen Orejana gibi uzun kulaklıdırlar.

23 Şubat 2018 Cuma

MAYALAR-SIRIUS UFO


Mayalar M.S. 300’lü yıllarda imparatorluklarını kurmuş olan bir Orta Amerika toplumudur. Paleolitik çağ (yontma taş devri) teknolojisine dayanan, tekerleği bile tanımayan Maya Uygarlığı, yaşadıkları bölgeyi anıtmezarlar, görkemli tapınaklar ve gözlemevleriyle süslemiştir. Mayalar, gezegenimizin hiçten bir uygarlık kuran, geçmişi pek çok bilinmeyenle dolu, astronomi üzerine geniş bilgiye sahip gizemli ırklarından biridir.

133 yıl önce, John L. Stephens ve Frederic Catherwood, ilk keşiflerini Honduras’ta Kopan Köyünün yakınlarında, büyük zorluklarla yaptılar. İki yıl sonra yeni bir keşifte bulunarak bunun hakkında bir kitap yayınladılar. Bu kitap dünyada büyük yankılar yaptı, çünkü Amerika’da o güne kadar bilinmeyen bir uygarlık keşfedilmişti. Ve bu keşfin belki de en önemli yanı, Mayaların İspanyol istilasından önceki zamanlarda akıllara durgunluk verecek bir seviyeye erişmiş olmasıydı.
Güney Amerika’nın en çarpıcı özellikler taşıyan medeniyetlerinden biriydi MAYA. Maya uygarlığı en parlak döneminde yani 987 ve 1511 yılları arasında Guetamala’dan Meksika’ya kadar yayılmıştı. Mayalar henüz tekerleği bile tanımıyorlardı ama geride zamanımıza kadar gelen inanılmaz derecede yüksek seviyede bir uygarlık bırakmışlardı. Mayalar astronomide , matematikte , tıpta , eczacılıkta, fizik ve kimyada şaşırtıcı ilerlemeler kaydetmişlerdi. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Günümüz bilim adamlarının büyücü olarak nitelendirdikleri İnka ve Maya operatörlerinin yaptıkları beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bu günkü tıp ancak erişebilmektedir. Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı , kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibaretti. Kafatasının özellikle tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında kişiye herhangi bir uyuşturucu madde vermeye bile gerek kalmıyordu.
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan en ünlü örnek Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Sıfırı ilk defa yaratan ve hesaplarında sık sık kullanan Mayalar matematiğe karşı bir çeşit tutku duyuyorlardı. Bazı hesapları 64 milyonu , bazıları da 400 milyonu kapsıyor ve bütün bu hesaplar Venüs yılını , Dünya yılını hatta Ay yılını ve TZOLKİN diye adlandırılan 20 şer günlük 13 ayı olan Kutsal Yılı ölçmek için kullanılıyordu.

Mayalar zamanı devirlere ayırmışlardı. 7200 günlük, 144,000 günlük ve 64 milyon yıllık devirler gibi. Rakamlar Maya toplumu için dini ve bilimsel bir önem taşıyordu. Gezegen hesaplarından tapınakların inşasına kadar takvim her şeyin ölçüsüydü. Tapınakların inşası, yapılacağı yerin seçimi, binanın yüksekliği takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre , belirli bir tarihte ve yerde yapılıyordu.
Bu astronomik takvim Maya uygarlığının sosyal, kültürel ve dinsel yaşantısını yönetiyordu. Astronomi ise temel bir ölçü olmuştu. Ama neden Maya toplumuyla uzay arasında böyle bir bağlantı vardı?
Tekrarlanan sembol gökyüzünden uçarak gelen , insanlara bilgi ve barış getiren , görev süresi sona erdiğinde ise yeniden geri döneceğini vaat ederek , uçan gemisiyle göklerde uzaklaşıp kaybolan Tanrı motifidir.
Meksika yerlileri Toltekler ve Mayaların benzer türdeki bir başka Tanrısı da Uçan Yılan KUKULKAN ya da KUETZALKOLT idi Efsaneye göre Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan’a gelmiş, burada on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti.
1935 yılına gelindiğinde Palenque’de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri , arkasından ateş fışkıran garip bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi alete uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Tanrı Kukulkan’ı böyle görmüşlerdi.
Yapılan araştırmalar Maya ve inkalar’ın beyaz Tanrılarının kullandığı uçan makineleri tapınaklarında, el yazmalarında şemaları ve açıklamalarıyla ayrıntılı olarak anlatıp çizdiklerini gösteriyor.
Troano, Magliabecchiano, Dresde el yazması gibi eserler bu gün dünyanın başlıca ulusal kitaplıklarında saklanırlar. Perez el yazması ise 1863 de Paris’te kraliyet, şimdiki adıyla Ulusal Kitaplığında bulunmuş , araştırmacı-yazar Robert Charroux’un yorumlamaya çalıştığı önemli bir belgedir. Charroux el yazmasında esas olarak şu sonuçları çıkarmıştır:
Gökyüzü
Uçan makine
Havalanmak üzere olan nesne
Venüs gezegeni
Buhar gücünü kullanan efendi
Buharın çok güçlü efendisi
Güneşe doğru uçuş
Işığı kullanan bir güç
Yeryüzünün üzerinde uçuş.

MAYA TAKVİMİ-SIRIUS UFO


Mayalar’ın astronomi alanındaki başarıları söz konusu olunca akla gelen ilk örnek ünlü Maya Takvimi’dir. Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan bu ünlü Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da Ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.

MAYA Gözlemevi: Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.

Dünyayı ve Venüs gezegenini ilgilendiren esrarengiz bir takvimdir bu. İnce ve eksiksiz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Maya rahipleri, Venüs’teki yıl süresini 584 gün olarak hesaplamıştır, bununla da yetinmeyip Ay’ın takvimini de çıkarmışlardır. Gerçekten de kusursuz… Mayalar aynı zamanda “0”(sıfır)’ı ilk keşfedip kullananlardır.
Mayalar zamanı 7200 günlükten başlayıp 64 milyon yıla kadar ulaşan devrelere ayırmışlardı. Elbette bu sayı bolluğu dini ve bilimsel bir önem ve değer taşıyordu; gezegenlerden tapınakların inşasına kadar, takvim her şeyin ölçüsü sayılıyordu. Her tapınağın inşası, yapılacağı yerin seçiminden binanın yüksekliğine kadar takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre, belirli bir yerde yapılıyordu.
Mayalar Uranüs ve Neptün’ün varlığını nereden biliyorlardı? Venüs, Uranüs, Neptün gibi gezegenleri ölçen bir takvim acaba neden dini binaların inşaatını yönetiyordu? Astronomi neden bir ölçü sayılıyordu? Ya da başka bir deyişle, Maya toplumuyla uzay arasında ne gibi bir bağlantı vardı?

Bugün Çiçen Itza, Tikan, Copan ve Palenque’deki bütün inşaatların bu akıl almaz takvime bağlı olarak yapıldıkları ispatlanmıştır. Mayalar piramitleri ihtiyaçları olduğu için yapmamışlardı; tapınakları ihtiyaçları olduğu için kurmamışlardı. Bütün bu görkemli binalar, takvim her elli iki yılda, belirli sayıda basamaklar yapılmasını emrettiği için yapılmışlardı. Yani her taş takvimle bağıntılıydı ve bitirilen her bina belirli astronomik gereklere kesinlikle uyuyordu.
Mayaların el yazmalarından çok az şey kalmıştır. İspanyol istilası sırasında Piskopos Diego de Landa’nın yazdığı “Yukatan Olayları Raporu” adlı kitapta Mayalar’ın kendilerini, doğudan gelen, denizin dibinde kaybolan esrarengiz bir ülkeden kaçan Tanrısal bir ırkın torunları saydıklarını öğreniyoruz. Aynı şekilde büyük saygı gösterdikleri Uçan Yılan Kukulkan da doğudan gelen, yeryüzündeki işini bitirdikten sonra uçan bir gemiyle yıldızlara dönen, Venüs gezegeninin simgesi kabul edilen beyaz tenli bir Tanrıdır.
Denizin dibinde kaybolan Atlantis mitosunun izleri burada da karşımıza çıkıyor. Mayaların bu inançlarına bir de Tanrıların geri dönme ihtimalini eklersek, astronominin bitmez tükenmez matematik hesaplarının nedeni belki anlaşılmış olur. Rahipler gerçekten tanrıların dönüşünü bekliyorlardı (İnkaların Virakoka’nın dönüşünü bekledikleri gibi). Takvimde hesaplanan devre bitince, tapınaklar tamamlanınca Kukulkan dönecekti.
Ancak M.S. 600 yıllarında tam anlamıyla akıl almaz bir şey olmuştur! Ansızın, gözle görülür bir nedene dayanmaksızın, bu insanlar büyük güç ve sabırla yaptıkları şehirleri, zengin tapınakları, birer sanat eseri olan piramitleri, heykellerle çevrili alanları ve çok geniş stadyumları terk edip gitmiş ve çok daha az verimli topraklara sahip Yukatan’a yerleşmişlerdir. Binalar, caddeler ve bütün taş işleri ormana karışarak yıkıntı haline gelmiştir. Ve hiçbir yerli bir daha o bölgeye dönmemiştir.
Gerçekten de Maya İmparatorluğuyla ilgili cevaplardan çok onu çevreleyen bir gizem söz konusudur. Mayalar, aslında kayboluşlarının nedeniyle ilgili arkalarında en ufak bir iz bırakmadan ortadan kaybolan yeni dünyanın tek uygarlığıdır. Sahip oldukları gelişmiş mimarlık bilgilerini nasıl edindikleri, astronomi ve sayı sistemleriyle ilgili ileri bilgileri nasıl elde ettikleri ise tam bir bilmece. Günümüz arkeologları dahi Mayaların yok olmalarıyla ve Maya sayı sistemi ve hiyerogliflerinin anlaşılmasıyla ilgili çelişkili teoriler öne sürmekteler

MAYA MÜHENDİSLİK ÇİZİMLERİ-SIRIUS UFO


1974’te Dr.Hugh Harleston Jr., rölyefteki aygıtın çok canlı bir açıklamalı çizimini ve ayrıntılı bir analizini yapmıştır. Özetlenmiş analiz sonuçlarını aşağıda bulabilirsiniz:

Resmedilen kişinin öne doğru eğilmiş pozisyonu, bugün bildiğimiz gibi, yüksek hızda yolculuk eden birini temsil eder. Bu hareketten yola çıkarak, heykeli mekanik ve mühendislik görüş açısından analiz edebiliriz. Bunun için de çizimi parçalarına ayırarak her bir parçanın olası hareketini düşünmeliyiz. Bu şekilde 1300 yıldan daha eski olması muhtemel bu taş parçasının,aslında Dünyada hatta belki de Evrende mümkün olmasını düşündüğümüzden çok daha uzun bir süre önce bir uzay yolculuğu olayını ne şekilde kaydetmiş olabileceğini inceleyebiliriz.
Uzay Gemisinin Parçaları
Oymadaki hareket kavramını sistematik bir biçimde gözümüzde canlandırmak için görüntüyü farklı parçalarına bölelim. İşe, uzay gemisini oluşturan parçaları inceleyerek başlayalım :

• Uzay gemisi veya uzay modülünün haçlı kısmı veya tepe bölümü;
• Uzay gemisinin motor bölümünü çevreleyen kısmı veya tabanı;
• Uzay gemisinin motor bölümü;
• Tüm figürün üzerinde oturan, genel olarak “kuş” diye söz edilen bölüm

Yukardaki resmedilmiş örneklerde de gösterildiği gibi, uzay gemisi bölümlerine ayrılarak incelendiğinde, her bir kısım kendi dizaynının mantığını yansıtıyor, her öğe belirli bir amaca hizmet ediyor görünüyor.
Uzay gemisinin ayrıntılı bölümleri ve parçaları incelendiğinde pek çok şey açıklığa kavuşuyor: yapının içinde eksen noktaları ve bağlantıları olduğunu görüyoruz; özellikle de motor bölümünü çevreleyen kısımda. Bu da gösterilen farklı parçaların beli başlı baltalarla birlikte döndürülebileceğini belirtir.

Bu bölüm, diğer yazarların da belirttiği gibi, astronotun kontrol panelinin önünde oturarak kokpitin penceresinden derin uzaya doğru bakıyor olduğu uzay gemisinin kumanda modülüdür. Burada görüyoruz ki; yapının yan bölümleri, kollar veya duvarlar, aşağıdaki çizimde de gösterildiği gibi, eksen kolları üzerinde dışa doğru açılabilmektedirler.

PALENQUE MEZAR TAŞI Yazıtlar Tapınağı-SIRIUS UFO



1952 yılında Meksikalı arkeolog Alberto Ruz Meksika’da Chiapas bölgesinde bulunan “Palenque Yazıtları Tapınağı” içinde bir yeraltı mezarı keşfetti. Tapınağın girişindeki 620 yazıtı deşifre eden bilimadamlarına göre burası Kral Pakal’ın mezarı olmalıydı. Sembollere göre Palenque’de doğmuş, 12 yaşında Maya İmparatorluğu’nun başına geçmiş ve 80 yaşında ölene dek 65 sene boyunca görevinin başında olmuştu.
Mezarının en ilginç tarafı üzerindeki kapak taşıydı. Lahit, 5 ton ağırlığında, 3.80 m. uzunluğunda, 2,20 m. genişliğinde ve 25 cm. kalınlığındaki bir taşla örtülmüştü ve bu taşın üzerinde de son derece enteresan bir oyma vardı.

Palenque Taşı
Şeklin ortasında, gövdesinin üst bölümü motosiklet yarışçısı gibi eğilmiş bir insan görülmekteydi ve tıpkı rokete benzeyen bir araç kullanıyorlardı. Araç ön bölümünde ince bir uzantı meydana getiriyor, biraz aşağıya inince kenarları çentikleniyor ve en altına doğru daha da genişleyerek, alevler püskürten bir roket biçimini alıyordu. Büzülmüş adam, elleriyle ne olduğu anlaşılmayan birtakım kotrol kollarını yönetiyor, sol ayağıyla da pedalımsı bir şeye basıyordu. Giyimi çok düzgündü ve kafasındaki başlıkla tıpkı bir antik çağ astonotuna benziyordu.
Bu rölyef kabartma M.S. 690 yılı civarına tarihlendirilmişti. Bu dönemde henüz hiçbir hava taşıtı yoktu; Rölyef üstündeki yazıtı inceleyen ilk arkeologlara göre, mezar Kral Pakal’a aitti ve üzerine resmedilmiş insan da Kral Pakal’ın ta kendisiydi. Ancak yapılan daha dikkatli incelemeler, öne sürülen tezlere çok farklı bir boyut kazandırdı.
Kalıntılar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyordu ki:
• İskelet Kral Pakal’a ait olamazdı. Pakal 80 yaşında ölmüştü, oysa buradaki kalıntı 40-50 yaşlarındaki bir adama aitti.
• Bu iskelet aynı zamanda kısa boylu, ufak tefek yapılı Mayaların soyundan gelen hiç kimseye de ait olamazdı, çünkü lahidin içinden çıkan iskelet 1,70 m. boyundaydı.
• Şehirde lahit kapağındaki rölyef kabatmaya son derece benzer başka taş oymaları ve yazıtlar bulunmuştu ve buradaki figürler aynı Palenque Taşı’ndaki adama benziyordu ve aygıtlarla dolu bir çeşit roketi ya da kapsülü kumanda ediyorlardı.
Palenque Taşı’nı mekanik ve mühendislik açıdan analiz edenlerden biri olan Charles William Johnson şöyle diyor:
Burada bizim yaptığımız; içinde bir figürün otururken görüldüğü aracın hareket ve basit mekanik kuralları açısından bir analizini yapmaktı. Araç parçalarının, oymanın kendisinde de belirtilen yönler doğrultusunda döndürülebileceğini gösterdik. Bu şekilde, araç kendine ait bir mantık kazanıyor; ki burada onu resmedenin bir uzay aracına oldukça benzeyen bir cisim çizdiğini görüyoruz. Yaptığımız çalışmalar neticesinde, aracın kalkış ve uçuş pozisyonlarını gösterdik. Ortaya çıkan çizimler, en azından bugün atmosferimiz dışına bir yolculuk olarak bildiğimiz bir durumu son derece açık bir biçimde ortaya koyuyor. Oysa, bildiğimiz kadarıyla Mayalar böyle bir yeteneğe ya da teknolojiye sahip değillerdi. Aslına bakılırsa, elimizde hiçbir antik uygarlığın böylesi bir yeteneğe sahip olduğuna dair bir ipucu yok. O halde, Palenque Taşı evrenin farklı bir köşesinden gelmiş başka varlıklar tarafından yapılan olağandışı bir ziyaretin kaydını temsil ediyor olabilir. Taş üzerine geçirilen bu kayıt, bir hürmet ifadesi olabilir. Ancak önemli olan bir şey varsa, o da kadim kültürler boyunca olayların diğer çağlara kalmasını sağlamak için taşlara kayıt edildiğidir.
Mayaların taşı oyma biçimleri, yaptıkları sanat eserlerinde ifade edilen astronomiye, matematiğe, geometriye, mineralbilime bağlı engin ve kesin bilgileri yönünden son derece karakteristiktir. Bilimsel bilgilerini sanat eserlerine aktarmalarındaki kesinlik, böylesi başarım standartlarını nasıl elde ettikleri hakkında hala merak uyandırıyor.
Olayların kayıtları taşlara herkes görsün diye oyulmuştu; sadece kendi nesillerinden olanların değil, gelecek nesillerin de görmesi için. Aslında, yaptığımız incelemelerden gördüğümüz üzere, bilginin bu şekilde kayıt edilmesinde onun öğrenilmesine izin vermek ve anlaşılmazlığını göstermek maksadı vardır. Aslına bakılırsa bilgi saklı değildi; o heykellere ve mimariye bu şekilde kilitlenir ve kodlanırdı. Bu öyle bir doğrulukla yapılır ki, onu inceleyen herhangi biri mantığını anlayacaktır. Bilgi herkes içindir; herkesin görmesi için oradadır. Bu, onun bakanlar için, onu görmek isteyenler için orada olduğu anlamına gelir.. Atalarımızın, herkesin üzerinde düşünmesi ve ondan bir şeyler öğrenmesi amacıyla yaptıkları ve bugüne dek ayakta kalabilmiş eserlerini tasarlama yöntemleri budur.