MODERN BİR SÖYLENCE
UFO MİTLERİ
Nuray Bilgili
İnsanın yaratılışı bilmecesi hala anlaşılmayan ve derin tartışmalara yol
açan bir konudur. Kadim dinlerin birçoğunda Tanrının insanı “Çamurdan”
yarattığı anlatılır. Sümer mitolojisinde ilk insan, Tanrıların
görüntüsündedir ve insan şekli verilmiş çamurdan yaratılmıştır. Yunan
mitolojisinde Prometheus kendi gözyaşları ile yoğurduğu balçıktan ilk
insanı yaratır. Mısır mitolojisinde öküz başlı Tanrı Khnum, insanı bir
çömlekçi çarkında çamurdan yaratmıştır. Çin mitolojisinde Tanrıça
Nugua-NüWa su kenarından aldığı çamur ile insanı yaratır. Sami
mitolojisinde ise Rab, ilk insan olan Adem’i kendi suretinde ve
balçıktan yaratmıştır.
Resim1: Koç başlı yaratıcı Tanrı Khnum, insanı yaratırken tasvir
edilmiş. Güneşin Koç Burcuna girdiği dönem olan 21 Mart, (gece-gündüz
eşitliği) eski kültürlerde, baharın gelişi ve yeni yıl olarak kutlanır.
Arkaik insan düşüncesinde zaman çizgisel değil döngüseldir ve her yıl
dünya yeniden yaratılır. Bu nedenle insanı da Koç Başlı Tanrı Khnum
yaratmıştır.
İnsanın mayasının çamurdan gelmesinin özel anlamlarının olduğu ve
bizim anladığımızdan daha derin anlamlar taşıdığı açıktır. Mitolojilerde
toprak en önemli yaratıcıdır ve “Terra Mater” yani “Toprak Ana” adıyla
kutsallaşır. Her şey topraktan gelir ve toprağa geri döner. Arkaik
insanın, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için toprağı kullanmaya
başladığı tarih öncesi çağlarda, bu tür çamur mitleri ürettiği de
düşünülebilir.
Tarım çağının başlamasıyla birlikte, küçücük bir tohum tanesinden
olağanüstü biçimde ağaçların ve bitkilerin meydana gelmesi, topraktan
çıkan ürünlerin çeşitliliği, arkaik çağ insanı için elbette gizemli ve
büyüsel bir olaydı. Yerleşik düzene geçmiş topluluklarda çömlekçilerin
çamurdan yarattığı formlar, insanın nasıl yaratıldığına dair ilham ve
esin vermiş olabilir.
Mitolojiler, insanoğlunun varoluş ve yaratılış ile ilgili anlam
arayışına verdiği cevaplardır. Ağaçlar, denizler ve dağlar nasıl
yaratıldı? Ay ve Güneşi kim hareket ettiriyor? insanı kim ve nasıl
şekillendirdi? gibi soruların cevapları merak edilir ve daima
sorgulanır.
İnsanoğlunun bilincindeki her sıçrayış, yeni bir mit yaratır. Bu
açıdan bakıldığında, taş devri mitleri ile demir çağı mitleri arasında
farklılıklar olacaktır. Ve elbette avcı toplayıcı kültürden yerleşik
düzene geçiş, yazının bulunması ve insan bilincinin evrimi ile birlikte,
yeni mitolojiler yaratılacaktır. Her mit, o çağda yaşayan insanın
sorularına cevap verebilmeli ve onu bilgi açısından doyurabilmelidir.
Kolektif bilinçaltındaki bilişsel enerjiyi ve bilgiyi görünür
kılanlar şamanlar, bilgeler, peygamberler ve bilim adamlarıdır. Bu
bağlamda evrenin nasıl oluştuğu ve İnsanın nasıl yaratıldığı konusu, o
çağın özel insanları tarafından cevaplanmıştır. Mitoloji yaşayan bir
organizma gibidir ve bilinç düzeyi yükseldikçe eski mitolojiler yeni
mitolojilere doğru evrilir.
Evrim teorisinin de bir mit olduğu söylenir. İnsanın çamurdan
yaratıldığı söylencesi, insanın maymundan geldiği anlatısına doğru
evrilmiştir. Darwin, yaşamın ilk kıvılcımının “amonyak ve fosfor
tuzları, güneş ışığı, sıcaklık, elektrik akımı vb. unsurların bulunduğu
ılık bir su birikintisinde” oluşmuş olabileceğini ileri sürmüştür.
Sudaki canlılar aşamalı olarak karaya geçmiş ve karada başlayan bu
yaşam, insan formunu buluncaya kadar, milyonlarca yıl süren değişime
maruz kalmıştır. “Evrim”, Tanrının varlığını ya da yokluğunu sorgulamaz.
Resim2: 7 milyon yıl önce yaşayan ve bulunan en eski kafatası ve günümüze kadar gelen diğer Humanoid varlıklar.
Bilim adamları “İnsansı” adını verdikleri ve maymuna da benzeyen,
yüzlerce kafatası bulmuş ve “Homo Saphiens’i” yani “Akıllı İnsanı” bu
“İnsangiller” familyasının en üst basamağına yerleştirmişlerdir.
Elbette sadece insanlar değil, insanlığa bağlı olarak konuştuğumuz
dil ve yazı, kullandığımız aletler ve teknolojide evrilmektedir. Bu
açıdan bakıldığında Evren adını verdiğimiz kainat da, bizim bilgimizin
dışında bir varoluş, büyüme, gelişme ve yok oluş süreci ve bir anlamda
dinamik bir döngü içinde, sürekli değişim ve dönüşüm halindedir.
Darwin’in bu teorisi, insanın çamurdan yaratıldığı söylencesini
benimseyen, “İnançlı” bir gurup tarafından şiddetle reddedilmektedir.
Tanrının çamurdan yarattığı insan nasıl olurda maymundan evrilir?
Bu kaos içinde, eski filozof ve din alimlerinin de, evrime benzer
düşünceler ürettikleri, örnekleri ile açıklanmaya çalışılır. 1000 yıl
önce yaşayan İbn Miskeveyh ruhun, insanlık mertebesine gelene kadar önce
bitkilerde ve özellikle hurma ağacında, daha sonra hayvanlara uğrayarak
tekamül ettiğini açıklar. Maymunları ise, ruhun insan bedenine girmeden
önce uğradığı, bir evvelki aşama olarak görür.
Fakat aslında İbn Miskeveyh zahiri bedendeki evrimden değil, ruhun
tekamülünden bahseder. Bu düşünce ruh göçü olarak tanımlanan
reenkarnasyon ya da Türk tasavvuf felsefesindeki “Tenasüh” anlayışıdır.
Türk Budizm’inde ise “Samsara” kelimesinin bozulmuş şekli olan “Sansar”
adıyla bilinir. Ruh, yaşam piramidinin tabanındaki en ilkel yaratıktan
başlayarak, piramidin zirvesindeki insan bedenine girme şerefine ulaşmak
için, tekrar tekrar çeşitli formlarda dünyaya gelir. Ruhun terbiye
edilmesi ve tekamül etmesi için, bu uzun ve zorlu yolculuğa katlanması
ve çeşitli sınavlardan başarı ile geçmesi gerekir.
Resim3: 13.yüzyılda yaşayan bilim adamı Kazvini’nin “Acaibü-l-
Mahlukat” adlı eserinden yarı balık yarı insan bir yaratık. Sürrealist
biçimde ifade edilmiş ve hayatın sulardan başladığı düşüncesi ile
bağlantılı bir ikonografi. Mitolojilerde kadın, balık ve sular daima
doğurganlık ve üreme ile alakalı semboller olmuştur.
Tüm bu çatışmalar yaşanırken bir anda insanlık, dünya dışı
varlıkların olabileceği gerçeği ile karşılaşır ve Tanrının insanı
çamurdan yarattığı ya da insanın maymundan evrildiği söylenceleri,
yerini Ufo Mitlerine bırakır.
Genetik kodumuzun evrenin başka bir yerinden gelen akıllı varlıklar
tarafından oluşturulduğu teorisi ise “Panspermia” adı verilen başka bir
mittir.
Resim4: Panspermia; dünyadaki hayatın, meteorlar ya da kozmik
tozlar sayesinde taşındığını ve dünyadaki hayatın bu şekilde başladığını
ileri süren teori.
1953’te DNA molekülünün yapısının keşfedilmesi için çalışma yürüten
İngiliz bilim adamı Francis Crick’e göre, “Organizmalar başka bir
gezegenden akıllı varlıklar tarafından kasıtlı olarak dünyaya
gönderildi. Yaşamın bu şekilde dünyaya ulaşmasının mümkün olduğunu,
ancak şu anda bilimsel kanıtların olasılık hakkında kesin bir şey
söylemek için yetersiz olduğu sonucuna varıyoruz” açıklamasında
bulunmuştur.
Eric Von Daniken de, “Tanrıların Arabaları” adlı kitabı ile,
insanların gözlerini yerden gökyüzüne doğru çevirdi. Daniken, Sümer ve
İbrani mitlerini kaynak göstererek ve referans alarak, bir dış müdahale
ile uzaylı varlıklar tarafından insanın yaratıldığını yazdı.
Böylece insanoğlunun “Yalnız mıyız” sorusu, varlık boyutunda yeni
cevaplar buldu ve bu arayışlar bir şekilde yeni mitlerin kaynağını
oluşturdu. Sitchin’e göre bu antik astronotlar, güneş sisteminde 3600
yıllık döngüsü olan ve Sümer mitlerinde “Marduk” ya da “Nibiru” adı ile
anılan bir gezegenden gelmişlerdir. İnsansı ya da “Humanoid” adı verilen
yaratıkları kozmik tohum ile döllemiş ve kendilerine benzeyen insanı
yaratmışlardı.
Aynı görüşleri paylaşan Eric Von Daniken de, İbrani mitlerine ve
Tevrat’a gönderme yaparak, “Nefilim’lerin” aslında uzaylı gelişmiş
varlıklar olduklarına işaret eder. Sümer mitlerinde “Anunnaki” olarak
geçen bu varlıklar göklerden gelerek, insan kızları ile birlikte olurlar
ve tabiri caizse, yarı Tanrı yarı insan olan şimdiki insan ırkını
yaratırlar.
Aslına bakılırsa bu tür gizemli ve inanılması güç ifadeler Kuran-ı
Kerimde de geçer. “O gün (Allah) onların hepsini toplar: ‘ Ey cin
topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz’.
(Enam(6)/128-130).
UFO Mitlerini bilinçaltı arketipler boyutunda araştıran psikanalist
C. G. Jung ise bu göksel olayları “Psişik Dönüşüm Fenomenleri” olarak
açıklar. O’na göre; UFO görüntüleri ile birlikte dünya dışı varlıkların
insanı yarattığı söylencesi, bir anlamda Tanrı arketiplerinin
değişimidir.
Bu değişimler, Jung’ın “Platon Ayı” adını verdiği yaklaşık 2143 yılda
bir gerçekleşir. Eski Mısırdaki Platonculuk olarak bilinen ezoterik
geleneğe göre, dünyanın her bir devinimi Boğa Burcu, Koç Burcu, Balık
Burcu ve Kova Burcu dönemi adı verilen, çağlara denk gelir.
Dünyanın dönüş ekseni, bir topacın dönüşü gibi Güneş ve Ay’ın da
çekim etkisinden dolayı yalpalama yapar ve bu devinim yaklaşık 25 920
(yaklaşık 26 000) yıllık bir döngü oluşturur. Bu döngü süresini 12’ye
bölersek 2160 yıl gibi bir sonuca varırız. Her 2160 yılda ya da Jung’a
göre 2143 yılda bir ilkbahar noktası burç değiştirir. Bu hesaplamalara
göre, şu anda içinde bulunduğumuz çağ Kova Çağıdır.
“Devinim Yılı” adı verilen ve NASA tarafından yapılan tanıma göre
“Ekinoksun bir döngüsünün, ekliptik üzerinde tamamladığı (tahmini) 25
800 Dünya yıllık zaman periyodudur”. Ayrıca “Platon Yılı” olarak da
bilinir.
Jung, içinde bulunduğumuz çağın Kova Burcu çağı olduğunu ve bu çağa
uygun mitler üretmeye başladığımızı düşünür. Bu döngüler, bilincin ve
ruhun evrimini etkiler ve mitleri de değiştirir ve dönüştürür.
Jung’a göre her bir döngü, o çağa özgü bir mit yaratır. Bu bağlamda
Kova çağında bilinçaltı rüyalarda kendini gösteren ve gökyüzünde
gözlenen UFO’lar ile dünya dışı varlıklar üzerine yeni söylenceler
üretilmeye başlanmıştır.
Tanrının maskeleri ya da görünümleri sayılamayacak kadar çoktur.
İnsanlık tarihi boyunca binlerce mitoloji ve din ve yine binlerce kutsal
Tanrı imgesi yaratılmıştır. UFO adı verilen araçlar ile gelen uzaylı
varlıklar, Jung’un arketip adını verdiği mitler ve masallarda adı geçen
“İlk Örnek” Tanrı görünümlerinin ve guruplarının değişmiş şeklidir.
Bunlar kolektif bilincin ve ruhun dönüşümlerine eşlik eden
fenomenlerdir.
UFO’ların gökyüzündeki hareketleri, insanların kozmik güçler
tarafından gözlemlendikleri duygusuna kapılmalarına neden olmuştu. Hatta
bazı kaçırılma olayları ile kadınların döllendiği ve bir süre sonra
bebeklerin alındığı söylencelerine dahi yol açmıştı. Bu çocukların yarı
insan yarı uzaylı olduğu ve insanüstü özellikler taşıdığı da vurgulanmış
ve bir anlamda insan evriminin dış müdahale ile başladığı inancı
doğrulanmaya çalışılmıştı.
Resim5: Günümüzde dünya dışı varlıklardan hamile kaldığını ve
daha sonra bebeklerin yine onlar tarafından alındığını söyleyen insanlar
vardır. Bu durum dünya dışı varlıklar tarafından insan genlerine
yapılan manipülasyon olarak görülmektedir.
Bu varlıkların üstün bilgeliğe ve ahlaka sahip, insanlığı kurtarmaya
gelmiş Tanrısal varlıklar olarak algılanması çeşitli UFO tarikatlarının
kurulmasına yol açtı. İnsanın bilinçaltında, mitolojik ve dini
fenomenler olarak algılanan bu olaylar, sapkın birtakım tarikatlar
tarafından, sonuçları çok acı olacak biçimde kullanıldı.
1975 yılında Marshall H. Applewhite “Cennetin Kapısı” tarikatını
kurdu. Applewhite uzaylıların kendisiyle iletişime geçtiğini ve onlardan
bir takım bilgiler aldığını söyledi. Tarikatın 39 üyesi Hale-Bopp
isimli kuyruklu yıldızı bir işaret olarak kabul edip intihar
etmişlerdir.
Proxima adlı bir gezegenden gelen uzaylı varlıklardan bilgi aldığını
söyleyen Güneş Tapınağı lideri Luc Jouret, 1994 yılında 50 müridi ile
birlikte intihar etmişti. Sözde bu varlıklar yaklaşmakta olan
kıyametten, kendilerini kurtaracağını söylemişlerdi.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat birçoğunun başka bir ortak yönü,
Sami mitlerindeki söylencelere ve kutsal kitaplardaki olaylara, ya da
simge ve sembollere gönderme yapmaları ve dini kaynakları kendilerine
referans almalarıdır. Bunu Sitchin ve Daniken’da da görüyoruz. Her ikisi
de UFO ya da dünya dışı varlıklarla ilgili teorilerini, eski Sümer
mitlerine ve özellikle Tevrat’a dayandırır. Örneğin Sümer mitlerindeki
Annunaki’ler ve Tevrat’ta adı geçen Nefilimler’in, uzaylı “Gözcüler”
olduğunu ki, bu iki kelimenin anlamı da gökyüzündeki gözcülerdir,
söylerler.
Bu bağlamda Jung’ın şu sözleri çok ironiktir. “Dini ve mitolojik
kolektif içerikler, kendilerine Cizvitler, Yahudiler, Kapitalistler,
Bolşevikler, Emperyalistler gibi uygun yansıtma aktörleri seçerler.”
Jung UFO’ların özellikle 2. Dünya Savaşından sonra görülmeye
başlamasının, büyük travmalar sonrasında yaşanan bu zor ve karanlık
dönemde, gökten gelen kurtarıcı varlıkların müdahale etmesi beklentisi
olarak görür. Felaket tehlikesi korku yaratmakta ve bu korku, insanların
yeryüzünde sağlayamadığı güveni, dünya dışındaki alanda aramalarına
neden olmaktadır.
Ona göre UFO fenomeni bir mit haline gelmiştir ve mitlerin nasıl
ortaya çıktığı da bu olaylar ile izlenebilir. Bilinçaltından rüyalara ve
mitlere yansıyan yuvarlak, küre ve çember şeklindeki biçimler, Tanrı
imgesidir. Jung dairesel ve yaklaşık küre biçiminde olan UFO’ları,
ruhları simgeleyen enerji yüklü arketipler olarak tanımlar. Bunlar
mükemmel bütünlük ve tamlık simgesidir. Dolayısıyla UFO mitleri,
bilinçdışındaki arketiplerin bir üründür ve psikolojik yorumlama
gerektiren vizyonlardır.
Arkaik mitolojilerde Tanrılardan ya da göksel cisimlerden gebe kalma,
doğan çocukları kahraman ve yarı Tanrı olma şerefine eriştirir. Hz. İsa
ilahi bir varlığın çocuğudur. Katoliklere göre babası Tanrının
kendisidir. Kuran-ı Kerim’de ise bu olay için Tanrı, “Ruhumdan Üfledim”
tabirini kullanır. İslami söylencelerde Tanrının bir melek gönderdiği ve
o meleğin Hz Meryem’e üfleyerek gebe bıraktığı anlatılır. Ve çoğunlukla
o ruh ya da melek Cebrail olarak bilinir. Cebrail ya da Gabriel
ezoterik bilgiye göre Ay’dır. Cengiz Kağan’ın annesi Alan Koa
pencereden içeri süzülen “Ay Işığı” ile hamile Kalır. Oğuz Kağan’ın
anası Ay’dır.
Jung’a göre ilk Tanrı imgeleri, gökyüzünde eril ve dişil nitelik
verilen ve Tanrılaştırılan gezegenlerdir. Ay hem eril hem de dişil
nitelikli ve dölleyici özelliğe sahip göksel bir arketiptir.
Ünlü dinler tarihi uzmanı Mircea Eliade’ya göre, en eski dönemlerden
bu yana Ay; kadın, sular, yağmur, bolluk, bereket, doğurganlık ve
dölleyicilik unsurlarıyla birlikte anıla gelmiştir.
Ay’ın halden hale girmesi, 3 gün ölmesi ve tekrar dirilmesi,
yeryüzündeki bitkileri ve suları etkilemesi, bilinçaltında ölümden
sonra hayat ve yeniden doğuş gibi, mitolojik düşüncelerin oluşmasına
neden olmuştur.
Türkçede de “Ay” sözcüğü, yaratmak ve türetmek anlamına gelir.
Türklerin, bir ışın demeti veya Ay ışığı aracılığıyla doğduğunu söyleyen
şaman gelenekleri mevcuttur. Dolunay, şaman mitolojisinde, güçlü
şamanların atası sayılmıştır.
Günümüzde ise ayın bu dölleyici gücü, yerini UFO’lara ve uzaylı
varlıklara bırakmıştır. Özellikle Hz. Meryem ve Hz. İsa ile ilgili eski
resimlerde ışık saçan cisimler UFO olarak yorumlanarak, Hz. Meryem’in
dünya dışı varlıklardan gebe kaldığı gibi düşüncelerin doğmasına neden
olmuştur.
Resim6: İtalyan sanatçı Filippo Lippi’nin “La Madonna e san
Giovannino” tablosu. (15. yüzyıl) Tabloda, gökyüzünde ışık saçan cisim
UFO olarak yorumlanmıştır.
Bilinçaltı yaratıları olan mitoloji ve sanat, Tanrısal kaynaklı
enerjinin görünür hale gelmesidir. Bu olağanüstü ve görkemli enerji,
insan ruhuna sonsuza kadar akmaya devam edecek ve insan bilinci aşama
kaydettikçe yenileri yaratılacaktır. Bu yaratılar öngörülemez ve bunları
görmeye de zaten bizim ömrümüz yetmez.
Kadim bilgelerin dediği gibi, Tek bildiğimiz şey, aslında hiç bir şey bilmediğimizdir.
Resim7: Günümüz sanatçılarından Jason Hernandez’in “Çağrılar”
isimli tablosu. Bu resimde Tanrıyı işaret eden ikonografilerin yerini
UFO’lar almış ve kutsalın ya da kutsalların kendini ifade etme şekli
değişmiş. Jung’ın dediği gibi “Tanrı Arketipleri” değişerek, modern
sanatta kendi ifadesini bulmuş.
http://ankaenstitusu.com/ufo-mitleri/