25 Şubat 2018 Pazar
BİLİM ADAMLARI-SIRIUS UFO
Bilimadamları Ne Diyor?
Birçok bilimadamı bölgede yoğun araştırmalar yapmıştı. İşte ünlü Rus bilimadamı Alexander Kazantsev’in vardığı sonuçlar:
“Güneş Kapısı’nın dikili taşları üzerine kazınmış sembolik resim ve yazılar, çağımız astronomlarına ve bilim adamlarına uzun ve yorucu bilmeceler teşkil edecekler. Çizimleri yapılmış olan resim ve desenler gezegenler arası ulaşım fikrini ima ediyorlar. Güneş Kapısı üzerinde görülen “Kondor Kuşu” ideogramının baş kısmı içine bir uzay gemisi resmi işlenmiştir. Yan figürlerde görülen jaguar başı kuvveti ve yer yüzündeki hayatı ifade eder. Piramit enerjiyi, Akbaba ise gökte yolculuğu anlatır. Bu semboller günümüzde de çevre yerlileri arasında aynı anlamlarla kullanılmaktadır.”
viyede ya da bizden daha ileri düzeyde olduğunu düşünüyorlar.
GÜNEŞ DİSKİ-SIRIUS UFO
And dağları insanları şu yıllarda yeni bir çağa girmekte olduğumuzu ve bu çağın Paçakutek’in, yani Işık’ın dönüşü olacağını söylüyorlar. Bu, inanışlarına göre, dördüncü boyuta geçeceğimiz bir zamanın başlangıcıdır, ve böylece daha önce görmediğimiz pek çok şey bize görünür olacaktır. Bunların arasında kayıp şehir Paititi ve Titikaka Gölü’nün altındaki eterik şehir de vardır.
Lemurya kıtasının sular altına gömüldüğü zamanlarda Lemurya’nın Büyük Yöneticilerinden Aramu Muru’ya Güneş Tapınağı’nda bulunan Altın Güneş Diski alıp daha güvenli olan Titikaka Gölü’ne getirme görevinin verildiğini anlatan bir efsane vardır. İnkalar zamanında Güneş Diski Cusco kentine getirilip ana Güneş Tapınağı olan Qorikança’ya yerleştirilmiş ve İspanyollar gelene kadar orada korunmuştur. Bu olaydan sonra Güneş Diski Titikaka Gölü’nün içindeki Ebedi Eterik Şehir olarak anılan şehre geri yerleştirilmiştir. İnkaların Köken Efsanelerine göre, burası ilk İnkalar olan M’anko Qapak and Mama Oqllo’nun yeryüzüne indikleri yerdir.
İnkaların anlattığına göre, Güneş Diski, galaksinin ortasında bulunan Evrensel Akıl Kaynağı Wirakoça’dan gelen ışık bilgilerini almak için bir kozmik bilgisayar olarak kullanılıyordu. Önceleri Lemuryalılar, daha sonra da İnkalar Güneş Tapınağı’na girip kendilerini açtıklarında kutsal bilgilere ulaşabiliyorlardı. Kutsal Güneş Diskinin tekrar aktive olup kozmik bilgiye ulaşımı sağlayacağı zaman şimdi içinde bulunduğumuz zamanlardır. Yerli öğretmenlerle pekçok spiritüel dünya lideri 1987 yılında gezegen enerjisinin Tibet’in eril enerjisinden Peru’nun dişi enerjisine, daha da enterasanı Titikaka Gölü’ne, Maçu Piçu’ya ve İnkaların Gizli Vadi’sine kaydığını belirtmiştir. Bu bölge, yeni dişi enerjinin Dünya Ana’ya, “PaçaMama”ya giriş yaptığı ana kapı olarak bilinmektedir. Ve tüm bunlar yeni bir Çağın habercisidir…
VENÜS BAĞLANTISI-SIRIUS UFO
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir. Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
” İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti. ”
Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.
İNKALAR-SIRIUS UFO
İnkalar, Güney Amerika’da binlerce yıl önce yaşamış büyük uygarlıklardan uygarlık, Uygarlık 1530 yılında İspanyolların buraya varmasıyla son bulmuştur.
İnanç sistemlerini incelediğimizde, diğer pek çok antik uygarlıkta ve çağdaşları olan toplumlarda görülen inançlarla benzerlikler olduğunu ve İnkaların bu hikayelerin kendilerine özgü anlatımlarına sahip olduklarını görüyoruz.
“Yine Venus Gezegeni ve Gökten Gelen Tanrılar”
İnka harabelerinde bulunan taş bloklar üzerine işlenmiş takvimler olduğu görülmüştür. Ancak 18.-19. yüzyılda hesaplanabilen bazı astronomik esaslar, 10 binlerce yıl önceye tarihlendirilen bu takvimlerde şaşırtıcı bir doğrulukla uygulanmıştır. İnkaların Venüs takvimi 225 günden, Mars takvimi ise 687 günden oluşur. Bunlar göksel bağlantının şaşırtıcı delillerdir. Zaten İnka inançlarına göre “Tanrı” geldiği yerden uzayın sırrını, yazıyı, tarım bilgisini, sanat ve mimari anlayışı ve daha nice bilginin kullanılma esaslarını da birlikte getirmiştir.
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir. Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
“İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti.”
Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.
And Dağlarında bugün ilkel olarak nitelendirdiğimiz ama düşünceleriyle çok ilerileri görebilen, UFO gerçeğini kabullenmiş, zeki yaşamı Dünya gezegeni ile sınırlamayan yerlileriyle Güney Amerika…
Ve yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olarak kabul edilen gizemli TİAHUANAKO şehri. Tiahuanako , La Paz’ın 90 km. ötesinde , Titikaka gölünün 24. km yakınlarındadır. Yerliler bu şehre aynı zamanda “ ebedi şehir” anlamına gelen “ Huinai Marka” da demişlerdir.
Tiahuanako şehrinin yaşı bilinmez. Dev kalıntıları geniş bir arazi üzerinde dağılmış durumdadır. Surlar, mezarlıklar , saraylar, mabetler , piramitler, heykeller, düzgün yollar bu şehirden günümüze kadar gelen izlerdir.
Pisaq arkeolojik Parkı: Kayaların kesimindeki düzlüğün mükemmelliği hayret verici..
Şehrin kalıntıları genel olarak üç kısma ayrılır:
• 15 m. yüksekliğinde ve 32.400 m2 yüzölçümü olan kale. (Akapana )
• 128.74 m. boyunda ve 118.26 m. genişliğindeki tapınak. (Kalassaya)
• Kapılar (Puma-Punku, Tunka-Punku, Umu-punku)
Akapana bir kaleden çok başlı başına bir şehirdir. İçinde evleri, depoları, atölyeleri ve kusursuz su yollarını barındırır. Kalassaya ise sadece tapınak değil aynı zamanda gözlemevidir de.
Burada inanç ve uzay bilgisi, gökyüzü ile kurulan bağlantı bir kere daha karşımıza çıkıyor. Binanın yapım tarzı, duvarları meydana getiren taş blokların yerleştirilmesi astronomi temellerine dayanılarak yapılmıştır. Kalassaya’ya güneş tapınağı da denmesine rağmen, burada Güneş Tanrısına tapınıldığını gösteren hiçbir ize rastlanmamıştır.
Tiahuanako şehrinin en esrarlı bölümlerinden birini de kapılar oluşturur. Yarı oyulmuş heykelleri ve yarım bırakılmış taş bloklarıyla burası birden terk edilmiş şantiye etkisini bırakır. Buradaki kum taşı bloklarının her biri en aşağı yüz tonluktur. Birbirlerine bakır penslerle tutturulmuşlardır. Tepelerine de 60 tonluk küpler konmuştur. Kaldırım taşları yada rıhtımlar ise 5 m. boyundaki tek parçalık taşlardan imal edilmiştir.
Kapılar kısmında bulunan 7 m. boyunda , kızıl taştan oyulmuş, bütün yüzü çeşitli desen ve sahnelerle süslü dev bir heykel de La Paz Açık Hava Müzesi’ne getirilmiştir. Tiahuanako anıtlarının dev ölçüleri nedeniyle “Dev Şehir” yada “Devlerin Şehri” adını da almıştır. Ancak bu şehrin önemli kalıntılarının devasa ölçülerde olmasından değil, bilinmeyen tarihinde ve bu tarihe açıklanamayan ipuçları getiren izlerindendir.
Saksahuaman , Machu Pichu ve Paşamak da tarihleri tam olarak bilinemeyen esrarengiz şehirlerdendir. Bir yönden aralarında Tiahuanako uygarlığıyla bağlantılar vardır.
Şimdi gizemli şehir Tiahuanako’nun hangi bilimsel veriler ışığında inşa edildiğini bazı örneklerle inceleyelim:
Tiahuanako: Güneş Kapısı
Tiahuanako’nun en gizli ve ilgi çeken anıtı 10 tonluk tek bir kaya parçasından oyulmuş, 3 m. boyunda, 3.75 m. enindeki Güneş Kapısıdır. Üst kısmında ortada uçan bir Tanrının çevresinde 48 figür dizilmiştir. Taçlı pumalar , akbabalar, kanatlı yaratıklar, tanrının karşısında diz çöken ya da ona sırt çeviren, uzaklaşan insanlar ve şekiller vardır. Orta yerde bulunan Tanrının kimliği kesin olarak bilinmiyor. Güneş tanrısı, Yaratıcı Tanrı Virakoşa olabilir.
Geleneksel yorumcular Güneş Kapısı’nın mitoslara dayanan kozmogonik bir sistemi simgelediğini belirttiler. Kapı Tiahuanako uygarlığının bilimsel oluşumunu gösteren bir takvim olabilir. Hatta belki de o, dünyanın en eski takvimidir. Kapının ortasındaki tanrı motifi onbir değişik biçimde tekrarlanmakta , yani güneşin bir yıl içindeki hareketlerini, on iki ay’ı göstermektedir. Bununla birlikte sadece Güneş değil, son derece karmaşık bir sistemin içinde Venüs gezegeninin ed çevrimi kapıda aktarılmıştır.
Yan yana duran üç takvim taşında , üç ayrı takvim hesabı vardır. Birinci takvim Kutsal Yıl hesabıdır. Bunda bir yıl 260 gün olarak hesaplanmıştır. İkinci taşta Güneş Yılı takvimi işlenmiştir ve yıl 365.2422 gün olarak hesaplanmıştır. Üçüncü taştaki takvim ise Venüs yılını gösterir. Burada bir yıl 225 gün olarak gösterilmiştir.
Bu hesapları çağdaş bilim seviyemiz ancak uzun çalışmalar sonrası yapabilmektedir. Ekinokslar ilk kez milattan 125 yıl önce Hipparchus tarafından hesaplanmıştır diye bilinir. Acaba Tiahuanako’lu astronomlar bu araştırmaları kaç bin yıl önce yapmışlardı ?
Güneş kapısına oyulmuş taş takvim dört bölüme ayrılmıştır. Her bir bölüm astronomik açıdan dünyasal dört mevsimi gösterir. Ve bu dört bölümün her biri yılın 12 ayını göstermek üzere 3 e ayrılmıştır. Yılı 290 gün olarak sayan Tiahuanako astronomları ayları da 24 günden saymışlar, buna karşılık her gün için ayın durumunu ayrıntılı olarak göstermişlerdi. Günümüz astronomları öteden beri ayın görünen hareketinin gerçek hareketi olmadığını bilmelerine karşın bu gün bile çoğu takvimlerimizde ayın yalnız görünen hareketi gösterilir. Yoksa Tiahuanako yerlileri yüzyıl insanından daha ileri bir bilgiye mi sahiptiler ?
Kapı üzerindeki kabartma resimlerde stilize edilmiş makineler , özel elbiseler giymiş astronomlar , geri tepkili yılankavi biçimli roketler ve Venüs, Merih gezegenlerinin takvimleri işlenmiştir. Milattan binlerce yıl önce insanlar Venüs yılının 225 gün olduğunu nereden öğrenmişlerdi? Bu yıldızla o dönem insanlarının arasındaki bağlantı neydi?
Astronomi bir yana, Tiahuanako’nun arkeolojik yönden de esrarları hala çözülmüş değil. Tarihsel olarak uygarlık dönemlere ayrılmış:
• Göçebe kavimleri birleştiren birinci dönem…
• Dıştan gelen üstün bir uygarlığın istilasına tanık olan ikinci dönem…
• Beyaz tenli, sakallı bir ırkın gücünü tanıyan üçüncü dönem…
• Dev ölçülerde yapıların yükseldiği dördüncü dönem ve…
• İnkalar’ın egemenliği altında geçen beşinci dönem.
M.S. 500 ile 1200 yıllarını kapsayan bu beş dönem içinde tarihin açıklayamadığı, dıştan gelen üstün bir uygarlık, beyaz tenli, sakallı bir ırk gibi önemli noktalar vardır.
İnkalar , Titinaka bölgesini ele geçirdiklerinde , Tiahuanako geçmişi bilinmeyen, gerçekliği efsanelerle karışmış bir kentti. Son imparator Atahualpa:
“ Hiç kimse bu şehrin kalıntılarından başka bir şey görmedi. Kuruluşu geçmiş çağların karanlığına aittir” diyordu.
Efsane , şehrin beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığını söyler. Viranoşa yanından hiç ayırmadığı inti kuşu ile birlikte geze. İnsanları eğitir. İnkalar’a mısır buğdayını getiren de odur. Tanrı Viranoşa, zamanla ahlakları bozulan şehirlere kızıp onları taşa çevirir. Kızdığı zamanlarda insanlardan önce yarattığı devleri yok eder, tayfunlar yaratır.
Sonunda dünyanın yaratıcısı PACHAYACHACHİ , dünyanın öncüsü PACHACAMAC ve ebedi TİCSİ/ VİRAKOŞA suların üzerinde yürüyerek ufukta kaybolur gider. Gitmeden önce insanlara onları koruyacak beyaz tenli ve sakallı başka yaratıklar göndereceğini söyler.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan birinin üzerinde yer alır. Bu taş bloğa da stilize edilmiş özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir:
Altın renkli, kuş benzeri göksel bir taşıt aracı ile uzaysal yolculuklar yapan, üstün nitelikler sahibi farklı bir kadın. Yaratıcı tanrıça…
Hem de dünyada yeni bir ırk yaratma amacıyla Güney Amerika topraklarına inmiş Dünya Dışılı misyoner bir Tanrıça.,
Fiziksel özelliklerinde dikkati çeken uzun kulakları olması. Ne gariptir ki ya da ne açıklayıcıdır ki , halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi OREJANA adını taşır. Bu kabilenin insanları tarif edilen Orejana gibi uzun kulaklıdırlar.
23 Şubat 2018 Cuma
MAYALAR-SIRIUS UFO
133 yıl önce, John L. Stephens ve Frederic Catherwood, ilk keşiflerini Honduras’ta Kopan Köyünün yakınlarında, büyük zorluklarla yaptılar. İki yıl sonra yeni bir keşifte bulunarak bunun hakkında bir kitap yayınladılar. Bu kitap dünyada büyük yankılar yaptı, çünkü Amerika’da o güne kadar bilinmeyen bir uygarlık keşfedilmişti. Ve bu keşfin belki de en önemli yanı, Mayaların İspanyol istilasından önceki zamanlarda akıllara durgunluk verecek bir seviyeye erişmiş olmasıydı.
Güney Amerika’nın en çarpıcı özellikler taşıyan medeniyetlerinden biriydi MAYA. Maya uygarlığı en parlak döneminde yani 987 ve 1511 yılları arasında Guetamala’dan Meksika’ya kadar yayılmıştı. Mayalar henüz tekerleği bile tanımıyorlardı ama geride zamanımıza kadar gelen inanılmaz derecede yüksek seviyede bir uygarlık bırakmışlardı. Mayalar astronomide , matematikte , tıpta , eczacılıkta, fizik ve kimyada şaşırtıcı ilerlemeler kaydetmişlerdi. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Günümüz bilim adamlarının büyücü olarak nitelendirdikleri İnka ve Maya operatörlerinin yaptıkları beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bu günkü tıp ancak erişebilmektedir. Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı , kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibaretti. Kafatasının özellikle tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında kişiye herhangi bir uyuşturucu madde vermeye bile gerek kalmıyordu.
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan en ünlü örnek Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Sıfırı ilk defa yaratan ve hesaplarında sık sık kullanan Mayalar matematiğe karşı bir çeşit tutku duyuyorlardı. Bazı hesapları 64 milyonu , bazıları da 400 milyonu kapsıyor ve bütün bu hesaplar Venüs yılını , Dünya yılını hatta Ay yılını ve TZOLKİN diye adlandırılan 20 şer günlük 13 ayı olan Kutsal Yılı ölçmek için kullanılıyordu.
Mayalar zamanı devirlere ayırmışlardı. 7200 günlük, 144,000 günlük ve 64 milyon yıllık devirler gibi. Rakamlar Maya toplumu için dini ve bilimsel bir önem taşıyordu. Gezegen hesaplarından tapınakların inşasına kadar takvim her şeyin ölçüsüydü. Tapınakların inşası, yapılacağı yerin seçimi, binanın yüksekliği takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre , belirli bir tarihte ve yerde yapılıyordu.
Bu astronomik takvim Maya uygarlığının sosyal, kültürel ve dinsel yaşantısını yönetiyordu. Astronomi ise temel bir ölçü olmuştu. Ama neden Maya toplumuyla uzay arasında böyle bir bağlantı vardı?
Tekrarlanan sembol gökyüzünden uçarak gelen , insanlara bilgi ve barış getiren , görev süresi sona erdiğinde ise yeniden geri döneceğini vaat ederek , uçan gemisiyle göklerde uzaklaşıp kaybolan Tanrı motifidir.
Meksika yerlileri Toltekler ve Mayaların benzer türdeki bir başka Tanrısı da Uçan Yılan KUKULKAN ya da KUETZALKOLT idi Efsaneye göre Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan’a gelmiş, burada on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti.
1935 yılına gelindiğinde Palenque’de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri , arkasından ateş fışkıran garip bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi alete uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Tanrı Kukulkan’ı böyle görmüşlerdi.
Yapılan araştırmalar Maya ve inkalar’ın beyaz Tanrılarının kullandığı uçan makineleri tapınaklarında, el yazmalarında şemaları ve açıklamalarıyla ayrıntılı olarak anlatıp çizdiklerini gösteriyor.
Troano, Magliabecchiano, Dresde el yazması gibi eserler bu gün dünyanın başlıca ulusal kitaplıklarında saklanırlar. Perez el yazması ise 1863 de Paris’te kraliyet, şimdiki adıyla Ulusal Kitaplığında bulunmuş , araştırmacı-yazar Robert Charroux’un yorumlamaya çalıştığı önemli bir belgedir. Charroux el yazmasında esas olarak şu sonuçları çıkarmıştır:
Gökyüzü
Uçan makine
Havalanmak üzere olan nesne
Venüs gezegeni
Buhar gücünü kullanan efendi
Buharın çok güçlü efendisi
Güneşe doğru uçuş
Işığı kullanan bir güç
Yeryüzünün üzerinde uçuş.
MAYA TAKVİMİ-SIRIUS UFO
MAYA Gözlemevi: Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Dünyayı ve Venüs gezegenini ilgilendiren esrarengiz bir takvimdir bu. İnce ve eksiksiz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Maya rahipleri, Venüs’teki yıl süresini 584 gün olarak hesaplamıştır, bununla da yetinmeyip Ay’ın takvimini de çıkarmışlardır. Gerçekten de kusursuz… Mayalar aynı zamanda “0”(sıfır)’ı ilk keşfedip kullananlardır.
Mayalar zamanı 7200 günlükten başlayıp 64 milyon yıla kadar ulaşan devrelere ayırmışlardı. Elbette bu sayı bolluğu dini ve bilimsel bir önem ve değer taşıyordu; gezegenlerden tapınakların inşasına kadar, takvim her şeyin ölçüsü sayılıyordu. Her tapınağın inşası, yapılacağı yerin seçiminden binanın yüksekliğine kadar takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre, belirli bir yerde yapılıyordu.
Mayalar Uranüs ve Neptün’ün varlığını nereden biliyorlardı? Venüs, Uranüs, Neptün gibi gezegenleri ölçen bir takvim acaba neden dini binaların inşaatını yönetiyordu? Astronomi neden bir ölçü sayılıyordu? Ya da başka bir deyişle, Maya toplumuyla uzay arasında ne gibi bir bağlantı vardı?
Bugün Çiçen Itza, Tikan, Copan ve Palenque’deki bütün inşaatların bu akıl almaz takvime bağlı olarak yapıldıkları ispatlanmıştır. Mayalar piramitleri ihtiyaçları olduğu için yapmamışlardı; tapınakları ihtiyaçları olduğu için kurmamışlardı. Bütün bu görkemli binalar, takvim her elli iki yılda, belirli sayıda basamaklar yapılmasını emrettiği için yapılmışlardı. Yani her taş takvimle bağıntılıydı ve bitirilen her bina belirli astronomik gereklere kesinlikle uyuyordu.
Mayaların el yazmalarından çok az şey kalmıştır. İspanyol istilası sırasında Piskopos Diego de Landa’nın yazdığı “Yukatan Olayları Raporu” adlı kitapta Mayalar’ın kendilerini, doğudan gelen, denizin dibinde kaybolan esrarengiz bir ülkeden kaçan Tanrısal bir ırkın torunları saydıklarını öğreniyoruz. Aynı şekilde büyük saygı gösterdikleri Uçan Yılan Kukulkan da doğudan gelen, yeryüzündeki işini bitirdikten sonra uçan bir gemiyle yıldızlara dönen, Venüs gezegeninin simgesi kabul edilen beyaz tenli bir Tanrıdır.
Denizin dibinde kaybolan Atlantis mitosunun izleri burada da karşımıza çıkıyor. Mayaların bu inançlarına bir de Tanrıların geri dönme ihtimalini eklersek, astronominin bitmez tükenmez matematik hesaplarının nedeni belki anlaşılmış olur. Rahipler gerçekten tanrıların dönüşünü bekliyorlardı (İnkaların Virakoka’nın dönüşünü bekledikleri gibi). Takvimde hesaplanan devre bitince, tapınaklar tamamlanınca Kukulkan dönecekti.
Ancak M.S. 600 yıllarında tam anlamıyla akıl almaz bir şey olmuştur! Ansızın, gözle görülür bir nedene dayanmaksızın, bu insanlar büyük güç ve sabırla yaptıkları şehirleri, zengin tapınakları, birer sanat eseri olan piramitleri, heykellerle çevrili alanları ve çok geniş stadyumları terk edip gitmiş ve çok daha az verimli topraklara sahip Yukatan’a yerleşmişlerdir. Binalar, caddeler ve bütün taş işleri ormana karışarak yıkıntı haline gelmiştir. Ve hiçbir yerli bir daha o bölgeye dönmemiştir.
Gerçekten de Maya İmparatorluğuyla ilgili cevaplardan çok onu çevreleyen bir gizem söz konusudur. Mayalar, aslında kayboluşlarının nedeniyle ilgili arkalarında en ufak bir iz bırakmadan ortadan kaybolan yeni dünyanın tek uygarlığıdır. Sahip oldukları gelişmiş mimarlık bilgilerini nasıl edindikleri, astronomi ve sayı sistemleriyle ilgili ileri bilgileri nasıl elde ettikleri ise tam bir bilmece. Günümüz arkeologları dahi Mayaların yok olmalarıyla ve Maya sayı sistemi ve hiyerogliflerinin anlaşılmasıyla ilgili çelişkili teoriler öne sürmekteler
MAYA MÜHENDİSLİK ÇİZİMLERİ-SIRIUS UFO
Resmedilen kişinin öne doğru eğilmiş pozisyonu, bugün bildiğimiz gibi, yüksek hızda yolculuk eden birini temsil eder. Bu hareketten yola çıkarak, heykeli mekanik ve mühendislik görüş açısından analiz edebiliriz. Bunun için de çizimi parçalarına ayırarak her bir parçanın olası hareketini düşünmeliyiz. Bu şekilde 1300 yıldan daha eski olması muhtemel bu taş parçasının,aslında Dünyada hatta belki de Evrende mümkün olmasını düşündüğümüzden çok daha uzun bir süre önce bir uzay yolculuğu olayını ne şekilde kaydetmiş olabileceğini inceleyebiliriz.
Uzay Gemisinin Parçaları
Oymadaki hareket kavramını sistematik bir biçimde gözümüzde canlandırmak için görüntüyü farklı parçalarına bölelim. İşe, uzay gemisini oluşturan parçaları inceleyerek başlayalım :
• Uzay gemisi veya uzay modülünün haçlı kısmı veya tepe bölümü;
• Uzay gemisinin motor bölümünü çevreleyen kısmı veya tabanı;
• Uzay gemisinin motor bölümü;
• Tüm figürün üzerinde oturan, genel olarak “kuş” diye söz edilen bölüm
Yukardaki resmedilmiş örneklerde de gösterildiği gibi, uzay gemisi bölümlerine ayrılarak incelendiğinde, her bir kısım kendi dizaynının mantığını yansıtıyor, her öğe belirli bir amaca hizmet ediyor görünüyor.
Uzay gemisinin ayrıntılı bölümleri ve parçaları incelendiğinde pek çok şey açıklığa kavuşuyor: yapının içinde eksen noktaları ve bağlantıları olduğunu görüyoruz; özellikle de motor bölümünü çevreleyen kısımda. Bu da gösterilen farklı parçaların beli başlı baltalarla birlikte döndürülebileceğini belirtir.
Bu bölüm, diğer yazarların da belirttiği gibi, astronotun kontrol panelinin önünde oturarak kokpitin penceresinden derin uzaya doğru bakıyor olduğu uzay gemisinin kumanda modülüdür. Burada görüyoruz ki; yapının yan bölümleri, kollar veya duvarlar, aşağıdaki çizimde de gösterildiği gibi, eksen kolları üzerinde dışa doğru açılabilmektedirler.
PALENQUE MEZAR TAŞI Yazıtlar Tapınağı-SIRIUS UFO
1952 yılında Meksikalı arkeolog Alberto Ruz Meksika’da Chiapas bölgesinde bulunan “Palenque Yazıtları Tapınağı” içinde bir yeraltı mezarı keşfetti. Tapınağın girişindeki 620 yazıtı deşifre eden bilimadamlarına göre burası Kral Pakal’ın mezarı olmalıydı. Sembollere göre Palenque’de doğmuş, 12 yaşında Maya İmparatorluğu’nun başına geçmiş ve 80 yaşında ölene dek 65 sene boyunca görevinin başında olmuştu.
Mezarının en ilginç tarafı üzerindeki kapak taşıydı. Lahit, 5 ton ağırlığında, 3.80 m. uzunluğunda, 2,20 m. genişliğinde ve 25 cm. kalınlığındaki bir taşla örtülmüştü ve bu taşın üzerinde de son derece enteresan bir oyma vardı.
Palenque Taşı
Şeklin ortasında, gövdesinin üst bölümü motosiklet yarışçısı gibi eğilmiş bir insan görülmekteydi ve tıpkı rokete benzeyen bir araç kullanıyorlardı. Araç ön bölümünde ince bir uzantı meydana getiriyor, biraz aşağıya inince kenarları çentikleniyor ve en altına doğru daha da genişleyerek, alevler püskürten bir roket biçimini alıyordu. Büzülmüş adam, elleriyle ne olduğu anlaşılmayan birtakım kotrol kollarını yönetiyor, sol ayağıyla da pedalımsı bir şeye basıyordu. Giyimi çok düzgündü ve kafasındaki başlıkla tıpkı bir antik çağ astonotuna benziyordu.
Bu rölyef kabartma M.S. 690 yılı civarına tarihlendirilmişti. Bu dönemde henüz hiçbir hava taşıtı yoktu; Rölyef üstündeki yazıtı inceleyen ilk arkeologlara göre, mezar Kral Pakal’a aitti ve üzerine resmedilmiş insan da Kral Pakal’ın ta kendisiydi. Ancak yapılan daha dikkatli incelemeler, öne sürülen tezlere çok farklı bir boyut kazandırdı.
Kalıntılar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyordu ki:
• İskelet Kral Pakal’a ait olamazdı. Pakal 80 yaşında ölmüştü, oysa buradaki kalıntı 40-50 yaşlarındaki bir adama aitti.
• Bu iskelet aynı zamanda kısa boylu, ufak tefek yapılı Mayaların soyundan gelen hiç kimseye de ait olamazdı, çünkü lahidin içinden çıkan iskelet 1,70 m. boyundaydı.
• Şehirde lahit kapağındaki rölyef kabatmaya son derece benzer başka taş oymaları ve yazıtlar bulunmuştu ve buradaki figürler aynı Palenque Taşı’ndaki adama benziyordu ve aygıtlarla dolu bir çeşit roketi ya da kapsülü kumanda ediyorlardı.
Palenque Taşı’nı mekanik ve mühendislik açıdan analiz edenlerden biri olan Charles William Johnson şöyle diyor:
Burada bizim yaptığımız; içinde bir figürün otururken görüldüğü aracın hareket ve basit mekanik kuralları açısından bir analizini yapmaktı. Araç parçalarının, oymanın kendisinde de belirtilen yönler doğrultusunda döndürülebileceğini gösterdik. Bu şekilde, araç kendine ait bir mantık kazanıyor; ki burada onu resmedenin bir uzay aracına oldukça benzeyen bir cisim çizdiğini görüyoruz. Yaptığımız çalışmalar neticesinde, aracın kalkış ve uçuş pozisyonlarını gösterdik. Ortaya çıkan çizimler, en azından bugün atmosferimiz dışına bir yolculuk olarak bildiğimiz bir durumu son derece açık bir biçimde ortaya koyuyor. Oysa, bildiğimiz kadarıyla Mayalar böyle bir yeteneğe ya da teknolojiye sahip değillerdi. Aslına bakılırsa, elimizde hiçbir antik uygarlığın böylesi bir yeteneğe sahip olduğuna dair bir ipucu yok. O halde, Palenque Taşı evrenin farklı bir köşesinden gelmiş başka varlıklar tarafından yapılan olağandışı bir ziyaretin kaydını temsil ediyor olabilir. Taş üzerine geçirilen bu kayıt, bir hürmet ifadesi olabilir. Ancak önemli olan bir şey varsa, o da kadim kültürler boyunca olayların diğer çağlara kalmasını sağlamak için taşlara kayıt edildiğidir.
Mayaların taşı oyma biçimleri, yaptıkları sanat eserlerinde ifade edilen astronomiye, matematiğe, geometriye, mineralbilime bağlı engin ve kesin bilgileri yönünden son derece karakteristiktir. Bilimsel bilgilerini sanat eserlerine aktarmalarındaki kesinlik, böylesi başarım standartlarını nasıl elde ettikleri hakkında hala merak uyandırıyor.
Olayların kayıtları taşlara herkes görsün diye oyulmuştu; sadece kendi nesillerinden olanların değil, gelecek nesillerin de görmesi için. Aslında, yaptığımız incelemelerden gördüğümüz üzere, bilginin bu şekilde kayıt edilmesinde onun öğrenilmesine izin vermek ve anlaşılmazlığını göstermek maksadı vardır. Aslına bakılırsa bilgi saklı değildi; o heykellere ve mimariye bu şekilde kilitlenir ve kodlanırdı. Bu öyle bir doğrulukla yapılır ki, onu inceleyen herhangi biri mantığını anlayacaktır. Bilgi herkes içindir; herkesin görmesi için oradadır. Bu, onun bakanlar için, onu görmek isteyenler için orada olduğu anlamına gelir.. Atalarımızın, herkesin üzerinde düşünmesi ve ondan bir şeyler öğrenmesi amacıyla yaptıkları ve bugüne dek ayakta kalabilmiş eserlerini tasarlama yöntemleri budur.
AZTEKLER-SIRIUS UFO
Toltekler ve Aztekler de yazıtlarında Tanrı KUTZALKOALTL’ın (Quetzalcoatl) parlak gezegen Venüs’ten geldiğini söylüyorlar ve ondan yazıtlarında şöyle bahsediyorlardı:
“ Sonraları o, Tulla şehrinin boğucu zehrinden kaçarak eski şehir Tlapallan’a yerleşti. Arkadaşları ile birlikte geldiği yere dönmek üzere kuş kılığında batı denizine doğru uçarak uzaklaştı. Çok sevdiği halkından ayrılıp gitti.”
Güney Amerika halklarının ısrarlı bir şekilde kendilerini eğitmek üzere , çoğu kez Venüs’ten uçan araçlarla gelen , farklı , üstün niteliklere sahip, beyaz tenli bir ırktan söz etmeleri dünya UFO tarihçesine önemli bilgiler katıyor.
Sadece geçmişte değil, her zaman , günümüzde bile Güney Amerika ve D.D dışı varlıklar arasında sıkı bir bağ var. Venezuela’da Peru’da, Arjantin ya da Brezilya da yaşayan 20. yüzyıl insanları, toplumun hangi tabakasından gelirlerse gelsinler, D.D uygarlıklar ve UFO’ların gerçekliği fikrini normal karşılıyorlar, karşı çıkmıyorlar. Bu gerçeğe karşı çıkmanın ne kadar anlamsız olduğunu biliyorlar. Belki genlerinde bu bilgiyi taşıdıklarından, belki de kültürlerinin yapısında D.D bağlantı unsurları sıkı bir şekilde yerleşmiş olduğundan…
Aztek Uygarlığı Meksika Vadisi’nde kuzey ve güneydoğuya doğru 800 millik bir arazi içinde yayılmışlardı. Ada şehirleri Tenochtitlan’ı anakaralara bağlamak için geçitler yapmadaki, su kemerleri oluşturmadaki, kanalizasyon sistemi, sulama kanalları ve barajlar kurmadaki mühendislikleri mükemmeldi. Eğitim de toplumlarının önemli bir parçasıydı. Diğer pek çok kadim uygarlıkta gördüğümüz benzer hikayeleri ve aynı yıldız ve gezegenlerin isminden bahsedildiğini Aztek Uygarlığı’nda da görmekteyiz.
Yine O “Göklerden Gelen Varlıklar”..
Aztek mitolojisine göre, Tanrı Quetzalcoatl parlak gezegen Venüs’ten gelmişti ve ondan şöyle bahsediliyordu;
“Sonraları o, Tulla şehrinin boğucu zehrinden kaçarak eski şehir Tlapallan’a yerleşti. Arkadaşları ile birlikte geldiği yere dönmek üzere kuş kılığında batı denizine doğru uzaklaştı, çok sevdiği halkından ayrılıp gitti”
ESKİ MISIR VE PİRAMİTLER-SIRIUS UFO
Batı dünyası uzun zaman boyunca uygarlığın Roma ve Yunan uygarlıklarının hediyesi olduğuna inanmıştır. Daha sonraları Avrupa’ya dönen seyyahlar Mısır’da yarı yarıya kumlara gömülmüş ve Sfenks denilen garip taştan hayvanlar tarafından korunan piramitlerin ve tapınak-şehirlerin varlığını bildirmişlerdir. Eski Mısır yazısının ve lisanının deşifre edilmesi ve bunu izleyen arkeolojik uğraşlar, batılı insana Yunan uygarlığından çok önceleri Mısır’da ileri bir uygarlığın yaşadığını göstermektedir.
Eski Mısır konusunda en değerli bilgi kaynağımız uygarlığının günümüze mirası olan dev boyutlu piramitler, tapınaklar, mezarlar, hazineler, mumyalar, anıtlar, heykeller ve yazıtlardır. Eski Mısır kültürüyle ilgili kişilerin verdiği bilgilere bakılırsa, Eski Mısır herhangi bir değişim dönemi geçirmeden, birdenbire, hazırlanıp bırakılmış duygusu veren bir uygarlıkla ortaya çıkıvermiştir. Büyük şehirler, görkemli tapınaklar, büyük bir ifade gücüne işaret eden dev heykeller, iki tarafında görkemli figürlerin sıralandığı süslü sokaklar, kusursuz kanalizasyon şebekeleri, kayalara oyulmuş mezarlar, akıl almaz boyutlardaki piramitler ve daha birçok şaheser topraktan fışkırmış gibidir. Tarih öncesi pek bilinmeyen bir ülke için bu apansız ilerleme ve gelişme tam anlamıyla bir mucizedir.
Mısır eski çağlara ait bilimsel harikaların en çok bulunduğu bölgedir. Eski Mısırlılar gelişmiş bir tıp ve cerrahlık bilgisine sahiptiler. Modern dünyamıza özgü olduğunu düşündüğümüz gelişmiş metalürji bilgileri, cerrahi ameliyatlar, elektrik kullanımı ve havada uçmak, bundan yüzyıllar hatta binlerce yıllar önce Eski Mısırlılar tarafından bilinmekteydi.
M.Ö. 200‘de Sakkara’da tahtadan yapılmış örnek bir planör, Eski Mısırlıların şaşırtacak kadar hatasız bir şekilde aerodinamiğin prensiplerini anladıklarını gösterir. Oysa o dönemlerde uçmak varmıydı ki?
Büyük Piramit ise büyüklüğü ve kusursuz mimari güzelliğiyle 20. yüzyıl insanını bile hayrete düşürmektedir. ( Piramitler bölümünü inceleyiniz..)
PİRAMİTLER’in sayısı 80’e yakındır. Hepsi Nil’in sol kıyısına kurulmuş ve vadide 40 kilometrelik bir uzunluk içine yayılmışlardır. Bazıları ayrı olmakla birlikte çoğu grup halindedir.
Piramitler içinde en çok ilgi çekenleri üç büyük piramit olarak bilinen Giza şehri civarında bulunan abidelerdir. Bunlar varsayılan kurucularının adlarına göre ayrılmaktadır: Keops (Kufu), Kefren ve Mikerinos. Bu üç Giza Piramidinin geometrik ve gözlemsel ilkelere dayalı bir plana göre inşa edildiği ve bu planın da doğrudan astronomik gözlemlere dayandığı ileri sürülmektedir.
Kufu ya da Keops diye de adlandırılan Büyük Piramit, üç büyük piramidin ilki ve en kuzeydekidir. 137 metre yüksekliğindeki ve yaklaşık 6.5 milyon ton ağırlığındaki Büyük Piramit, şimdiki Kahire şehri yakınlarında tam olarak Nil Deltası’nın tabanına yerleştirilmiştir. Mısır astronomi bilgini Mahmut Bey, Keops’un binlerce yıl önce dolanımının en yüksek noktasına varmış Sirius yıldızı ışınlarının piramidin güney tarafı üzerine diklemesine düştüğü bir devrede inşa edilmiş olduğunu söyler.
Piramidin yapım planında sık sık karşımıza çıkan 286,1022 sayısı anahtar sayı olarak kabul edilir, çünkü bu sayı güneş ve yıldız yılının değerini, güneş ile yeryüzü arasındaki uzaklığı, yeryüzü ile yörüngesi arasındaki ilişkiye göre yerçekimi kanununu ve yeryüzü yörüngesinin merkezkaç değişimlerinin sınırlarını belirlemeye olanak sağlamaktadır. Görüleceği üzere Piramit gerçek bir geometri ve ölçü harikasıdır. Birçok bilim adamı ve yazar Giza’daki Keops Piramidi’nin bugünkü bilim bilgileri ve makinelerle bile yapılamayacağını ısrarla söylemektedirler. Büyük Piramit, hiçbir zaman anlaşılmamış olan bir tekniğin ve dehanın gözle görülür tanıklığını yapmaktadır.
Peki Keops Piramidi’nin yüksekliğinin bir milyara çarpımının yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı vermesi bir rastlantı mıdır? Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya bölmesi bir rastlantı mıdır? Taban çevresinin, yüksekliğin iki katına bölünmesinin Pi sayısını vermesi bir rastlantı mıdır? Piramitte dünya ağırlığını gösteren hesapların bulunması bir rastlantı mıdır? Piramidin kurulduğu kayalık alanın büyük bir özen ve doğrulukla düzeltilmiş olması bir rastlantı mıdır? Bugünkü teknoloji ile yapılamayacak bir şeyi, eski Mısırlılar basit teknoloji ve sade aletleriyle nasıl yaptılar? Mısırlılara dünya-dışı zeka, ‘dışardan yardım’ mı geldi? Yoksa bu yapılar Dünya dışı Ziyaretçiler tarafından mı yapıldı.
Büyük Piramit ( Khufu, Keops ) dünya karalarının tam ortasında bulunmaktadır. İnşası sırasında böyle dev bir yapının dünya karalar topluluğunun tam merkezine oturtulması için , yörenin , hatta dünyanın uzaydan görülmüş olması gerekirdi. Bu bakımdan ya uzaylılar ya da uzaylıların yetiştirdiği kimseler tarafından inşa edilmiştir. Araplar, Büyük Piramidin “Uzaydan Gelen Ruhlar “ tarafından inşa edildiğine inanırlar.
Her ne kadar okullarımızda okutulan tarih kitaplarında hala mezar anıt olarak yazılıysa da , Büyük Piramidin Firavun mezarı olarak yapıldığıyla ilgili bilgi , geçerliliğini gün geçtikçe yitirmektedir. Onun yerine onun bir inisiyasyon merkezi hatta güç elde etmekte kullanılan bir enerji üretici olarak yapıldığı konusundaki bilgiler gün geçtikçe güç kazanmaktadır. Çok değişik alşimik çalışmaların yapıldığı ve bu çalışma ve denemeler için gerekli enerjinin üretildiği bir jeneratör olarak yapıldığı daha kuvvetli olasılık halinde karşımızda bulunmaktadır. Gerek bilinen ölçüleri, gerekse biçimiyle büyük Piramit ve ötekiler , mezardan çok bir güç üretici olarak yapılmış olabileceklerini düşündürmektedir. Böyle olunca da böyle bir yapının inşa bilgisinin kaynağı Raymond Drake’in belirttiği gibi ya uzaylılardır ya da onların öğretisinden yararlanmış seçkin kişilerdir.
Ruhsal yetenekleri gelişmiş kişilerin ifade ettiklerine göre , Büyük Piramit manyetik güç yayımını hala devam ettirmektedir. C.H. Williamson ‘un “Other Tongues , OtherFlesh “ ( Başka Diller , Başka Bedenler ) isimli eserinde belirttiğine göre , dünya dışı kökenli insanlar yapıyı meydana getiren çok iri taşları antigravitasyon ya da sonik yöntemlerle ilgili bilgileri uygulayarak yerleştirmişlerdi. Belki de bu insanlar aynı güçleri kendi uzay araçlarını hareket ettirmede de kullanıyorlardı.
Yakın zamanda Mısır’daki Büyük Piramitin hemen üstünde fotograflanmış disk biçiminde bir UFO
Keops Piramidi ya da Büyük Piramit , Kahirenin 16.km. kadar batısındadır. Taban yüzeyi yaklaşık 53.000 m2’lik bir alanı kaplar. Orijinal yüksekliğinin 146 ile 148 m. arasında olduğu tahmin edilir. İnşa edildiği dönemde üzerinde bulunması gereken Kapak Taşı’nın artık olmaması nedeniyle şimdiki yüksekliği 137 metre kadardır. Yapılan hesaplara göre Büyük Piramit İngiltere’de Hz. İsa’dan bu yana inşa edilmiş olan tüm katedral , kilise ve şapellerden daha fazla taş kütlesine sahiptir.
Keops Piramidinin yapımında 2.600.000 adedi aşkın granit ve kireçtaşı blok kullanılmıştır. Blokların ağırlığı 2 tondan 70 tona kadar değişir. Santimetrenin 40’da birine kadar bir hassasiyetle kesilen bloklar o kadar hassas bir şekilde birleştirilmiştir ki , aralarındaki derzlerin açıklığı hiç bir zaman santimetrenin 20 de birini aşmaz.
Arap tarihçisi Abu Zeyd el Balkhy. Eski bir yazılı kaynağa dayanarak Büyük Piramidin “ Çalgı Takımyıldızı (Lyra ) Yengeç burcundayken , yani hicretten 2 kere 36.000 yıl önce “ inşa edildiğini yazar. Bu da yaklaşık olarak günümüzden 73.000 yıl öncesine denk gelir. Ayrıca piramit üzerinde yapılan Karbon-14 tarih belirleme çalışmaları da yine M.Ö 71.000 yılını göstermektedir.
Kefren Piramidi de Büyük Piramidin hemen yanında yükselir. Yüksekliği ilkinden biraz daha azdır. Ancak daha yüksek bir taban üzerinde inşa edildiğinden Büyük Piramitten daha yüksekmiş gibi görünür. Taban kenarı 216 metredir.
Mikerinos Piramidi ise , 70 metrelik yüksekliği ve 108 metreyi bulan taban kenarı ile diğerlerinin yanında çok küçük kalmaktadır. Giza düzlüğünde yer alan bu üç piramidin önemli ortak özellikleri vardır Şöyle sıralayalım :
Yapıların yüzleri yere 52 derecelik açı yapar.
Giriş yerleri kuzey yüzlerinde açılmıştır ve giriş geçitleri yerle 26 derecelik bir açı yapar. Bu doğrultudan gök kutbuna bakarlar.
Bu gün için astronomi ve matematik sayesinde çözülebilen karmaşık bir mimari yapıya sahip piramitler hakkında şöyle bir örnek fikir verebilir:
52 derecelik açı , piramitlerin inşaatçıları için “dairenin kare haline getirilmesine ilişkin Kutsal Geometri probleminin çözümünü sağlayan bir unsur olmuştur. Bu eğimde , yani 51 derece 52 dakikalık bir açıda yapılmış bir piramidin yüksekliği ile tabandaki çevre uzunluğu arasındaki oran , bir dairenin yarıçapı ile çevresi arasındaki orana eşittir. Bu oran ½ değerindedir. Sonuçta Gize piramitlerinin inşasında pi = 3.1415 değerinin kullanılmış olması günümüz bilim adamlarının şaşırtıcı bulduğu bir gerçektir.
Eski Mısır’ın D.D uygarlıklarla kurdukları bilimsel, sanatsal ve kültürel bağları örneklerken üzerinde durmak istediğimiz konu Piramitlerin mimari, arkeolojik ve matematiksel yönlerinden çok , kozmik anlamları. Bu nedenle şimdi birazda Giza Piramitlerini okült açıdan inceleyelim.
Teozofist A.P. Sinnett, Büyük piramidin yapımıyla ilgili şunları söylüyordu:
“ Keops Piramidinin yapımında kullanılan taşların manipülasyonu, ancak ve ancak , daha sonraları insanların yitirdikleri belirli bir doğa bilgisinin bu işte kullanılmış olmasıyla açıklanabilir. Doğanın gizemiyle ilgili o bilginin Veli bekçileri , ağır cisimlerin fiili ağırlığını istedikleri gibi değiştirebilecek şekilde maddenin çekimini kontrol edebilirler ve daima da edebilmişlerdir.”
“Dev yapılar mimarisinin harikaları işte böyle açıklanır. Piramitlerin yapımını yöneten üstatlar , kullanılan taşları kısmen levite etmek şekliyle bu işlemi kolaylaştırmışlardı. Majik asalar… Üstatlara eski çağlarda , doğanın kudretini açığa çıkaran anahtarlar teslim edilirdi. Gizli kelimeler ve vibrasyonel motor… Dalga boyları ve dev granit blokların levitasyonu.”
Okültist Annie Besant ise şöyle diyordu:
“ Mısır’daki taşlar ne sırf kas kuvvetiyle, ne de modern teknolojiyi aşan hünerli cihazlar kullanılarak dikilmişti. Bu taşlar , dünyasal manyetizmin güçlerini anlayan ve kontrol edebilen kişilerce dikilmişti. Neticede , taşlar ağırlığını kaybediyor ve tek bir parmağın temasıyla yönetilmek suretiyle havada yüzerek, belirlenen yerlerine oturuyorlardı.”
Annie Besant “ Dünyasal manyetizmanın güçlerini anlayan ve kontrol edebilen “ kişilerden söz ederken acaba kimleri kastediyordu?…
Çağlar boyunca sırlarını hiçbir uygarlığa açmadan , günümüze kadar gelen piramitler , dünya bilim ve teknolojisini aşan bir teknik, mimari bilginin ürünüdürler. Bu bilgi D.D kaynaktan gelmiş ve hala dünya bilim adamları tarafından çözülememiş olabilir mi ?
Çok eski efsanelerde piramit inşasında kullanılan “majik çubuklar”dan söz edilir. Bu çubuklarla belirli bir dalga boyunda olmak üzere , önceden tespit edilmiş bir vibrasyonel ses tonu oluşturulabiliyordu. Walter Owen 1947 yılında sesin ezoterik kullanımı hakkında şunları yazmıştı: “ Ses herkesin düşünemeyeceği türden imkanlar taşıyan bir kudrettir. Ve bu kudretin kullanımı , kadim ermişlerin bildikleri , fakat günümüzün emekleyen biliminin yitirdiği ve ya karşısına geçip dudak büktüğü bir bilimdir. Kozmosun çevresi ve dokusu ses kudreti sayesinde ayakta durmaktadır ve yine ses kudreti sayesinde çözülerek yok edilebilir. Mısırlı rahipler bu bilgiye sahiptiler.”
İster istemez akla şu soru geliyor ; Mısırlı rahipler bu bilgiyi nereden almışlardı?,
Mühendis Rudolph Gantenbrink’in 1993 yılında Büyük Piramitte gerçekleştirdiği buluş da aynı ölçüde ilgi çekicidir. Gantenbrink ve ekibi “UPUAUT 2” ismini verdikleri küçük bir robot aracı Kraliçe Odası’ndaki hava kanalının içine yollamış ve bugüne kadar hiç bilinmeyen 60 metrelik bir tünel bulmuştu (Altta). Gantenbrink, iki haftalık bir çalışmadan sonra 4500 yıllık metal bir kapıya ulaştığını söylüyor ve bu kapının bilinmeyen bir alana açıldığını iddia ediyordu. Fakat ne yazık ki kapının keşfinden sonra geçitlerdeki tüm araştırmalar Mısırlı yetkililer tarafından durdurulmuş ve yeniden başlatılmasına izin verilmemiştir. Yani yine bişeyler örtbas edilmeye çalışılmaktadır…
PIRAMITLER’IN ESRARI
Keops piramidinin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon kat
bloktan oluşmuştur. Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl sürer.. Ve bu taslarin temin edilibilecegi en yakin mesafe yüzlerce km. uzaklıktadır. Bu tasların nasıl getirildiği bilinmemektedir.
Piramitin üstünden geçen meridyen karaları ve denizleri tam eşit iki
parçaya böler ve piramitin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında
bulunur.
yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla çarpımının güneşle dünyamız arasındaki
uzaklığı verir.
Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını
verdiğini,
Piramit kimin adina yapildiysa, onun bulundugu odaya, yilda
sadece 2 kez günes girmektedir.(dogdugu ve tahta çiktigi günler)
Mumyalarda radyoaktif madde bulundugundan; mumyalari ilk kez
bulan 12 bilim adami kanserden ölmüstür.
Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar
çalismamaktadir.
Kirletilmis suyu, bir kaç gün Piramit’in içine birakirsaniz;
suyu aritilmis olarak bulursunuz.
Piramit’in içerisinde süt, bir kaç gün süreyle taze kalir ve
sonunda bozulmadan yogurt haline gelir.
Bitkiler Piramit’in içinde daha hizli büyürler.
Piramit’in içine birakilmis su, 5 hafta süreyle bekletildikten
sonra yüz losyonu olarak kullanilabilir.
Çöp bidonu içindeki yemek artiklari hiç koku nesretmeden Piramit
içinde mumyalasir.
Kesik, yanik, siyrik gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde
daha çabuk iyilesme egilimi gösterir.
Piramitlerin bazi odalarinin içinde ne oldugu hakkinda bir bilgi
yoktur. Arastirmacilarin çogu ya içinde kayboldu yada ayni yerde bir kaç
tur attilar, fakat içlerini göremediler.
Piramitlerin yazin içi soguk, kisin içi sicak olur…
YAZITLAR-SIRIUS UFO
AKHNATON ‘nun Bebekleri
Eski Mısır Tarihiyle ilgili tüm kayıtlar bir zamanlar bu yörenin yoğun olarak “ Dünya Dışı Varlıklar “ tarafından ziyaret edilmiş olduğunu göstermektedir… Örneğin Eski Mısırlılar, kendi semalarında ortaya çıkan uzay gemilerini “ Gökyüzünde seyreden güneşin kayıkları “ olarak isimlendirmişlerdir.
Konunun ilginç bir başka yanı da , yine eski kayıtlarda açıkça yazıldığına göre ; Büyük Piramidin yapımı sırasında bu “ Güneş Kayıkları”dan bir tanesi yapının içinde bir yere gömülmüştür.
AKHNATON
Mısır kökenli kaynaklarda dünya-dışı astronotlar sorunu daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır. Menfis’de firavunu ziyaret eden Tanrı PTAH , uçan bir gemi kullanırdı. Güneş Tanrısı RA için , “Yıldızlarla ay arasında dolaşırsın… gökyüzü ile yeryüzü arasında Aton’un gemisini yönetirsin…” der eski bir yazıt.
Yakutlar’ın cenazesinde okunan bir duada “ Işıldayan arabalarıyla yıldızlardan inen ruhlar…” dan söz edilir. Çok eski bir geçmişte Nil ülkesine üstün bir varlığın geldiği ve oradaki insanlara uygarlık aşıladığı Mısır’da hala söylenir. Bu üstün varlık, Mısırlılara seslerle, fikirleri kaydedebilmeleri için simgeler gösterdi. Müzik çalabilsinler diye ellerine arp verdi. Yıldızları gözleyip , krokilerini çıkarmasını , rakamlarla sayı saymasını , şifalı otlar ve ilaçlarla hastaları iyi etmelerini öğretti. Mısırlılar bütün bunları öğrenince , yabancı , onlara veda ederek, göklere uçtu gitti. Adı Tanrı THOT’ tu.
Eski Mısırlıların güneşle ilgili bir inanca bağlı oldukları da çok iyi bilinen bir gerçektir. Eski krallığa ait Piramit yazıları, firavunun tanrılar ve gemileri aracılığıyla göklerde tanrısal gezintilere çıktığından söz eder. Bunlara göre Güneş Tanrısı Ra göklerde gemisiyle yolculuk yapardı. Yine bu yazıtlarda gökyüzünü gemilerle aşan yüce yaratıklardan söz edilmektedir. İşte Güneş Tanrısı Ra için yazılmış bir yazıdan bir bölüm:
“Sen, yıldızların ve ayın altında dolaşansın. Sen, Aton gemisini yorulmak bilmeden dönen yıldızlar ve Kuzey kutbundaki batmayan yıldızlarla yeryüzü arasında sürensin.” Ve bir Piramitten alınan bir bölüm: “Sen, güneş gemisini milyonlarca yıl yönetensin.”
NEFERTİTİ
Mısır’daki resim ve destanlar, tanrıların yıldızlardan geri gelerek, iyi korunmuş gövdeleri yeni bir hayata uyandıracaklarını söylerler. Mezar odalarından çıkan mumyaların gövdelerinin kusursuz bir biçimde muhafaza edilmiş olması ve mezarın ötesindeki bir hayata ulaşma inancı da buradan gelir. Eski Mısır’ın İncil’i olarak kabul edilen 3500 yıllık Ölüler Kitabı’nda ise birtakım insanların bilgileri sayesinde uzaya sıçrayabildiklerinden söz edilmektedir, hatta yıldızlarda yaşayan varlıklardan bahsedilir. Tanrı Thot, Nil halkına tıp, edebiyat, matematik ve fen’in esaslarını öğretmiş bir kültür taşıyıcıdır; görevini bitirdikten sonra yıldızlı göğe doğru yükselip gitmiştir.
Mısırlılar yıldızlara da özel bir ilgi göstermekteydiler. Köpek yıldızı da denilen ikili yıldız Sirius’un hanedanlar dönemi Mısır’ın erken gelişim ve kültüründe büyük rol oynadığı bilinmektedir. Eski Mısırlılar Sirius’u dünyanın gelişiminde evrimsel bir anahtar olarak görmüşlerdir. Amerikalı bilim adamı Robert Temple, “Sirius Gizemi” adlı kitabında yeryüzünün binlerce yıl önce Sirius sisteminden gelen varlıklar tarafından ziyaret edildiği varsayımını ortaya atmış ve M.Ö. 4500-3400 tarihleri arasında Eski Mısır’da gerçekleşen ilkellikten yüksek kültür standartlarına doğru gerçekleşen bu ani sıçramayı bu varlıklarla yapılan doğrudan temasın bir sonucu olarak nitelemiştir. Temple, Mısır ve Sümer kayıtlarından bilgiler sunarak hanedanlık dönemi Mısır’ın yükselişinden önce dünya dışı varlıkların ortaya çıktığına dair ikna edici bir tez öne sürmektedir.
TAPINAK RESİMLERİ-SIRIUS UFO
Firavun Seth’in mezarında bulunan hiyerogliflerde “Tanrı’nın gemisinde dinlendiği” yazılmaktadır ve bu yazıya bir “Uzay Gemisi” figürü eşlik eder.
Abydios Tapınağında bulunan bir duvar panosunda ise (üstteki her iki resimde helikoptere ve uçağa benzeyen şekiller yer almaktadır. Panoda bu şekillerin yanısıra başka uçan cisimler de resmedilmiştir. Kahire’deki bir müzede bulunan eski çağlardan kalma küçük planör modeli ve yine Mısır’da ve Güney Amerika’da bulunan diğer uçak modelleri de aynı ölçüde merak uyandırıcıdır.
Bu veriler ışığında şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki, ya geçmişte dünya üzerinde teknolojik açıdan çok gelişmiş uygarlıklar yaşamış ve daha sonra yok olmuşlardır; ya da dünyamız dünya dışı varlıklar tarafından eski çağlarda da ziyaret edilmiştir.
Related Items:TAPINAK RESİMLERİ
BİLİM ADAMLARI-SIRIUS UFO
Bilimadamları Ne Diyor?
Birçok bilimadamı bölgede yoğun araştırmalar yapmıştı. İşte ünlü Rus bilimadamı Alexander Kazantsev’in vardığı sonuçlar:
“Güneş Kapısı’nın dikili taşları üzerine kazınmış sembolik resim ve yazılar, çağımız astronomlarına ve bilim adamlarına uzun ve yorucu bilmeceler teşkil edecekler. Çizimleri yapılmış olan resim ve desenler gezegenler arası ulaşım fikrini ima ediyorlar. Güneş Kapısı üzerinde görülen “Kondor Kuşu” ideogramının baş kısmı içine bir uzay gemisi resmi işlenmiştir. Yan figürlerde görülen jaguar başı kuvveti ve yer yüzündeki hayatı ifade eder. Piramit enerjiyi, Akbaba ise gökte yolculuğu anlatır. Bu semboller günümüzde de çevre yerlileri arasında aynı anlamlarla kullanılmaktadır.”
viyede ya da bizden daha ileri düzeyde olduğunu düşünüyorlar.
GÜNEŞ DİSKİ-SIRIUS UFO
And dağları insanları şu yıllarda yeni bir çağa girmekte olduğumuzu ve bu çağın Paçakutek’in, yani Işık’ın dönüşü olacağını söylüyorlar. Bu, inanışlarına göre, dördüncü boyuta geçeceğimiz bir zamanın başlangıcıdır, ve böylece daha önce görmediğimiz pek çok şey bize görünür olacaktır. Bunların arasında kayıp şehir Paititi ve Titikaka Gölü’nün altındaki eterik şehir de vardır.
Lemurya kıtasının sular altına gömüldüğü zamanlarda Lemurya’nın Büyük Yöneticilerinden Aramu Muru’ya Güneş Tapınağı’nda bulunan Altın Güneş Diski alıp daha güvenli olan Titikaka Gölü’ne getirme görevinin verildiğini anlatan bir efsane vardır. İnkalar zamanında Güneş Diski Cusco kentine getirilip ana Güneş Tapınağı olan Qorikança’ya yerleştirilmiş ve İspanyollar gelene kadar orada korunmuştur. Bu olaydan sonra Güneş Diski Titikaka Gölü’nün içindeki Ebedi Eterik Şehir olarak anılan şehre geri yerleştirilmiştir. İnkaların Köken Efsanelerine göre, burası ilk İnkalar olan M’anko Qapak and Mama Oqllo’nun yeryüzüne indikleri yerdir.
İnkaların anlattığına göre, Güneş Diski, galaksinin ortasında bulunan Evrensel Akıl Kaynağı Wirakoça’dan gelen ışık bilgilerini almak için bir kozmik bilgisayar olarak kullanılıyordu. Önceleri Lemuryalılar, daha sonra da İnkalar Güneş Tapınağı’na girip kendilerini açtıklarında kutsal bilgilere ulaşabiliyorlardı. Kutsal Güneş Diskinin tekrar aktive olup kozmik bilgiye ulaşımı sağlayacağı zaman şimdi içinde bulunduğumuz zamanlardır. Yerli öğretmenlerle pekçok spiritüel dünya lideri 1987 yılında gezegen enerjisinin Tibet’in eril enerjisinden Peru’nun dişi enerjisine, daha da enterasanı Titikaka Gölü’ne, Maçu Piçu’ya ve İnkaların Gizli Vadi’sine kaydığını belirtmiştir. Bu bölge, yeni dişi enerjinin Dünya Ana’ya, “PaçaMama”ya giriş yaptığı ana kapı olarak bilinmektedir. Ve tüm bunlar yeni bir Çağın habercisidir…
VENÜS BAĞLANTISI-SIRIUS UFO
İnka harabelerinde bulunan taş bloklar
üzerine işlenmiş takvimler olduğu görülmüştür. Ancak 18.-19. yüzyılda
hesaplanabilen bazı astronomik esaslar, 10 binlerce yıl önceye
tarihlendirilen bu takvimlerde şaşırtıcı bir doğrulukla uygulanmıştır.
İnkaların Venüs takvimi 225 günden, Mars takvimi ise 687 günden oluşur.
Bunlar göksel bağlantının şaşırtıcı delillerdir. Zaten İnka inançlarına
göre “Tanrı” geldiği yerden uzayın sırrını, yazıyı, tarım bilgisini,
sanat ve mimari anlayışı ve daha nice bilginin kullanılma esaslarını da
birlikte getirmiştir.
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı
Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir.
Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları
eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
” İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti. ”
Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.
İNKALAR-SIRIUS UFO
İnkalar, Güney Amerika’da binlerce yıl önce yaşamış büyük uygarlıklardan uygarlık, Uygarlık 1530 yılında İspanyolların buraya varmasıyla son bulmuştur.
İnanç sistemlerini incelediğimizde, diğer pek çok antik uygarlıkta ve çağdaşları olan toplumlarda görülen inançlarla benzerlikler olduğunu ve İnkaların bu hikayelerin kendilerine özgü anlatımlarına sahip olduklarını görüyoruz.
“Yine Venus Gezegeni ve Gökten Gelen Tanrılar”
İnka harabelerinde bulunan taş bloklar üzerine işlenmiş takvimler olduğu görülmüştür. Ancak 18.-19. yüzyılda hesaplanabilen bazı astronomik esaslar, 10 binlerce yıl önceye tarihlendirilen bu takvimlerde şaşırtıcı bir doğrulukla uygulanmıştır. İnkaların Venüs takvimi 225 günden, Mars takvimi ise 687 günden oluşur. Bunlar göksel bağlantının şaşırtıcı delillerdir. Zaten İnka inançlarına göre “Tanrı” geldiği yerden uzayın sırrını, yazıyı, tarım bilgisini, sanat ve mimari anlayışı ve daha nice bilginin kullanılma esaslarını da birlikte getirmiştir.
İnka kenti Tiahuanako’nun beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığı söylenir. Virakoşa yanından hiç ayırmadığı İnti Kuşu ile birlikte gezer, insanları eğitir; İnkalar’a buğday ve mısırı getiren de odur.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan biri üzerinde yer alır. Bu taş bloğa özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir;
“İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus yaratmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti.”
Ne gariptir ki, ya da ne açıklayıcıdır ki, halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi Orejana adını taşır. Bu kabilenin insanları tarifi yapılan Orejana gibi uzun kulaklıdır.
And Dağlarında bugün ilkel olarak nitelendirdiğimiz ama düşünceleriyle çok ilerileri görebilen, UFO gerçeğini kabullenmiş, zeki yaşamı Dünya gezegeni ile sınırlamayan yerlileriyle Güney Amerika…
Ve yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olarak kabul edilen gizemli TİAHUANAKO şehri. Tiahuanako , La Paz’ın 90 km. ötesinde , Titikaka gölünün 24. km yakınlarındadır. Yerliler bu şehre aynı zamanda “ ebedi şehir” anlamına gelen “ Huinai Marka” da demişlerdir.
Tiahuanako şehrinin yaşı bilinmez. Dev kalıntıları geniş bir arazi üzerinde dağılmış durumdadır. Surlar, mezarlıklar , saraylar, mabetler , piramitler, heykeller, düzgün yollar bu şehirden günümüze kadar gelen izlerdir.
Pisaq arkeolojik Parkı: Kayaların kesimindeki düzlüğün mükemmelliği hayret verici..
Şehrin kalıntıları genel olarak üç kısma ayrılır:
• 15 m. yüksekliğinde ve 32.400 m2 yüzölçümü olan kale. (Akapana )
• 128.74 m. boyunda ve 118.26 m. genişliğindeki tapınak. (Kalassaya)
• Kapılar (Puma-Punku, Tunka-Punku, Umu-punku)
Akapana bir kaleden çok başlı başına bir şehirdir. İçinde evleri, depoları, atölyeleri ve kusursuz su yollarını barındırır. Kalassaya ise sadece tapınak değil aynı zamanda gözlemevidir de.
Burada inanç ve uzay bilgisi, gökyüzü ile kurulan bağlantı bir kere daha karşımıza çıkıyor. Binanın yapım tarzı, duvarları meydana getiren taş blokların yerleştirilmesi astronomi temellerine dayanılarak yapılmıştır. Kalassaya’ya güneş tapınağı da denmesine rağmen, burada Güneş Tanrısına tapınıldığını gösteren hiçbir ize rastlanmamıştır.
Tiahuanako şehrinin en esrarlı bölümlerinden birini de kapılar oluşturur. Yarı oyulmuş heykelleri ve yarım bırakılmış taş bloklarıyla burası birden terk edilmiş şantiye etkisini bırakır. Buradaki kum taşı bloklarının her biri en aşağı yüz tonluktur. Birbirlerine bakır penslerle tutturulmuşlardır. Tepelerine de 60 tonluk küpler konmuştur. Kaldırım taşları yada rıhtımlar ise 5 m. boyundaki tek parçalık taşlardan imal edilmiştir.
Kapılar kısmında bulunan 7 m. boyunda , kızıl taştan oyulmuş, bütün yüzü çeşitli desen ve sahnelerle süslü dev bir heykel de La Paz Açık Hava Müzesi’ne getirilmiştir. Tiahuanako anıtlarının dev ölçüleri nedeniyle “Dev Şehir” yada “Devlerin Şehri” adını da almıştır. Ancak bu şehrin önemli kalıntılarının devasa ölçülerde olmasından değil, bilinmeyen tarihinde ve bu tarihe açıklanamayan ipuçları getiren izlerindendir.
Saksahuaman , Machu Pichu ve Paşamak da tarihleri tam olarak bilinemeyen esrarengiz şehirlerdendir. Bir yönden aralarında Tiahuanako uygarlığıyla bağlantılar vardır.
Şimdi gizemli şehir Tiahuanako’nun hangi bilimsel veriler ışığında inşa edildiğini bazı örneklerle inceleyelim:
Tiahuanako: Güneş Kapısı
Tiahuanako’nun en gizli ve ilgi çeken anıtı 10 tonluk tek bir kaya parçasından oyulmuş, 3 m. boyunda, 3.75 m. enindeki Güneş Kapısıdır. Üst kısmında ortada uçan bir Tanrının çevresinde 48 figür dizilmiştir. Taçlı pumalar , akbabalar, kanatlı yaratıklar, tanrının karşısında diz çöken ya da ona sırt çeviren, uzaklaşan insanlar ve şekiller vardır. Orta yerde bulunan Tanrının kimliği kesin olarak bilinmiyor. Güneş tanrısı, Yaratıcı Tanrı Virakoşa olabilir.
Geleneksel yorumcular Güneş Kapısı’nın mitoslara dayanan kozmogonik bir sistemi simgelediğini belirttiler. Kapı Tiahuanako uygarlığının bilimsel oluşumunu gösteren bir takvim olabilir. Hatta belki de o, dünyanın en eski takvimidir. Kapının ortasındaki tanrı motifi onbir değişik biçimde tekrarlanmakta , yani güneşin bir yıl içindeki hareketlerini, on iki ay’ı göstermektedir. Bununla birlikte sadece Güneş değil, son derece karmaşık bir sistemin içinde Venüs gezegeninin ed çevrimi kapıda aktarılmıştır.
Yan yana duran üç takvim taşında , üç ayrı takvim hesabı vardır. Birinci takvim Kutsal Yıl hesabıdır. Bunda bir yıl 260 gün olarak hesaplanmıştır. İkinci taşta Güneş Yılı takvimi işlenmiştir ve yıl 365.2422 gün olarak hesaplanmıştır. Üçüncü taştaki takvim ise Venüs yılını gösterir. Burada bir yıl 225 gün olarak gösterilmiştir.
Bu hesapları çağdaş bilim seviyemiz ancak uzun çalışmalar sonrası yapabilmektedir. Ekinokslar ilk kez milattan 125 yıl önce Hipparchus tarafından hesaplanmıştır diye bilinir. Acaba Tiahuanako’lu astronomlar bu araştırmaları kaç bin yıl önce yapmışlardı ?
Güneş kapısına oyulmuş taş takvim dört bölüme ayrılmıştır. Her bir bölüm astronomik açıdan dünyasal dört mevsimi gösterir. Ve bu dört bölümün her biri yılın 12 ayını göstermek üzere 3 e ayrılmıştır. Yılı 290 gün olarak sayan Tiahuanako astronomları ayları da 24 günden saymışlar, buna karşılık her gün için ayın durumunu ayrıntılı olarak göstermişlerdi. Günümüz astronomları öteden beri ayın görünen hareketinin gerçek hareketi olmadığını bilmelerine karşın bu gün bile çoğu takvimlerimizde ayın yalnız görünen hareketi gösterilir. Yoksa Tiahuanako yerlileri yüzyıl insanından daha ileri bir bilgiye mi sahiptiler ?
Kapı üzerindeki kabartma resimlerde stilize edilmiş makineler , özel elbiseler giymiş astronomlar , geri tepkili yılankavi biçimli roketler ve Venüs, Merih gezegenlerinin takvimleri işlenmiştir. Milattan binlerce yıl önce insanlar Venüs yılının 225 gün olduğunu nereden öğrenmişlerdi? Bu yıldızla o dönem insanlarının arasındaki bağlantı neydi?
Astronomi bir yana, Tiahuanako’nun arkeolojik yönden de esrarları hala çözülmüş değil. Tarihsel olarak uygarlık dönemlere ayrılmış:
• Göçebe kavimleri birleştiren birinci dönem…
• Dıştan gelen üstün bir uygarlığın istilasına tanık olan ikinci dönem…
• Beyaz tenli, sakallı bir ırkın gücünü tanıyan üçüncü dönem…
• Dev ölçülerde yapıların yükseldiği dördüncü dönem ve…
• İnkalar’ın egemenliği altında geçen beşinci dönem.
M.S. 500 ile 1200 yıllarını kapsayan bu beş dönem içinde tarihin açıklayamadığı, dıştan gelen üstün bir uygarlık, beyaz tenli, sakallı bir ırk gibi önemli noktalar vardır.
İnkalar , Titinaka bölgesini ele geçirdiklerinde , Tiahuanako geçmişi bilinmeyen, gerçekliği efsanelerle karışmış bir kentti. Son imparator Atahualpa:
“ Hiç kimse bu şehrin kalıntılarından başka bir şey görmedi. Kuruluşu geçmiş çağların karanlığına aittir” diyordu.
Efsane , şehrin beyaz tenli, beyaz elbiseli uzun sakallı Yaratıcı Tanrı Virakoşa tarafından bir gecede yaratıldığını söyler. Viranoşa yanından hiç ayırmadığı inti kuşu ile birlikte geze. İnsanları eğitir. İnkalar’a mısır buğdayını getiren de odur. Tanrı Viranoşa, zamanla ahlakları bozulan şehirlere kızıp onları taşa çevirir. Kızdığı zamanlarda insanlardan önce yarattığı devleri yok eder, tayfunlar yaratır.
Sonunda dünyanın yaratıcısı PACHAYACHACHİ , dünyanın öncüsü PACHACAMAC ve ebedi TİCSİ/ VİRAKOŞA suların üzerinde yürüyerek ufukta kaybolur gider. Gitmeden önce insanlara onları koruyacak beyaz tenli ve sakallı başka yaratıklar göndereceğini söyler.
Tiahuanako efsanelerinde bir de Tanrıça Orejana’nın adı geçer. Bu efsane ile ilgili kayıtlar harabelerde dağınık bir halde bulunan taş bloklardan birinin üzerinde yer alır. Bu taş bloğa da stilize edilmiş özel elbiseler taşıyan astronot resimleri, uzay gemisi şekilleri işlenmiştir. Bloğun üzerindeki petrogliflerin tercümesi şöyledir:
Altın renkli, kuş benzeri göksel bir taşıt aracı ile uzaysal yolculuklar yapan, üstün nitelikler sahibi farklı bir kadın. Yaratıcı tanrıça…
Hem de dünyada yeni bir ırk yaratma amacıyla Güney Amerika topraklarına inmiş Dünya Dışılı misyoner bir Tanrıça.,
Fiziksel özelliklerinde dikkati çeken uzun kulakları olması. Ne gariptir ki ya da ne açıklayıcıdır ki , halen Peru’da yaşayan kabilelerden birisi OREJANA adını taşır. Bu kabilenin insanları tarif edilen Orejana gibi uzun kulaklıdırlar.
HOPİ KIZILDERİLİLERİ-SIRIUS UFO
Black Mesa’nın güneyindeki Arizona bölgesinin kuzeydoğusunda yaşamaktadırlar. 1050 yılından beri Üçüncü Mesa’da yaşayan Oriabi Puebloları, Kuzey Amerika’nın en eskileridir. Ataları olan Anasaziler, Meksika Azteklileri’yle akrabadırlar ve bugün, onların bundan 5-10 bin yıl önce yaşadıkları yerde yaşıyorlar.
Hopi Kızılderililerinin inançlarında, adları Pokanghoya ve Palongauhoya olan ikiz Tanrı sembolü vardır. Efsaneye göre, yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucuları olan bu Tanrılara hükmeden yaratıcının yeğeni Sotuknang, onlara halkı kötü hale gelen “ikinci dünyanın” yıkılması için yerlerini terk etmelerini emretmiştir. Böylece kendini denetleyen kimse kalmayınca dünya delice dönmeye başlar ve iki kez tepe taklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz ve göller toprağı kaplar; dünya da soğuk uzayda bir buza dönüşür.
Hopiler, “ilk dünyanın” ateş, “üçüncü dünyanın” da su tarafından yokedildiğini iddia ederler.. Hopi Kızılderililerin de eski Mısırlar gibi Sirius’u tanıdıkları ve ona “Mavi Kaçina Yıldızı” adını verdikleri bilinir. Kabilede yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250 bin yıl önce Sirius sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya gelecek bin yıldan önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
İkiz Tanrı sembolü, kesin bir şekilde Sirius yıldızıyla ilgilidir; kutupsallık ilkesi, tüm Sirius uygulamalarını içermektedir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini oluşturur.
Hopiler, Kaçinaların evinin, üzerinde büyük bulut oluşumları bulunan dağların tepesinde olduğuna inanırlardı. Bugün, bazı UFO’ların Lenticular Bulutları olarak adlandırdığımız, göze görünmemek için yapılan bulut formlarının içinde saklandığını biliyoruz.
Bulutları zaman zaman kamuflaj olarak kullanan UFO’lar
Buluta gizlenmiş birbaşka UFO, yer Vilborg- Danimarka, 17 Kasım 1974
Kendilerinin Pleiadianslılar’ın soyundan geldiğini kabul eden Hopiler, Pleidianlar’a, birbirine sıkı sıkıya bağlı ya da yapışık anlamına gelen ‘Chuhukon’ derler. Siyah Tanrının evi olan Pleiades’e mutluluk için dua ederler. Onlar, kendilerinin dünyaya önce ruh olarak geldiklerini ve sonra canlı kanlı varlık haline dönüştüklerine inanırlar.
Efsaneye göre Hopiler’in bağlılığı, gelecekte bir gün diğer gezegendekilerce görülecek ve onlar da oraya alınacak. Bu nedenden dolayı da onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onlarla temas kuracakları zamanı bekliyorlar.
Hopilerin inandıkları takımyıldızları hakkındaki bilgileri, dünyanın diğer tarafındaki batılı uygarlıklarının, bizlerin bilgileriyle hemen aynıdır. Farklı adlarla isimlendirilmiş olsalar da düzenekleri birbirine çok benzemektedir.
Dünyayı onurlandıran Achive’ler adında kutsal yerlerin varlığına inanırlar. Bu yerler Şamanların dini işler için dünyaya indiği yerlerdir. Efsaneye göre, çağlar boyunca insan nesilleri yok olma tehlikesinde iken, temiz kalpli insanlar yer altına inip orada korundular. Onlara göre; kendileri dünyanın ortasında Karınca İnsanlar dedikleri bir grup varlıkla beraber oturuyorlar.
Karınca İnsanların resimleri günümüzde Sürüngenimsi ya da Griler varlıklar olarak adlandırılan geniş kafalı, kısa ve kalın vücutlu, 4,5 ya da 6 ince uzun parmaklı uzaylılara benzemektedir. Resimlerin bazılarında, bu varlıklardan onlara telepatik olarak düşüncelerin geldiğini gösteren işaretler vardır.
Günümüzde sayıları 8 bini bulan Hopiler, çok sayıda eski dönemlerden kalmış resimli kayaları muhafaza etmektedirler. Grubun şefi olan Beyaz Ayı, hala onların çoğunun tercümesini yapabilmektedir. Benzer resimler dünyanın her yanında bulunabilir, Beyaz Ayı’nın bilgisi şimdiye dek anlaşılamayan bu tür resimlerin açıklanmasında çok yardımcı olabilecek olmasına rağmen onun sırrını açıklamamaktadır.
Hopi efsaneleri, atalarının sonsuz uzaydan geldiğini ve dünyaya varmadan önce birçok gezegeni ziyaret ettiğini söyler.
Hopiler, bugün bile Tanrılara olan bağlılıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Efsaneye göre bu bağlılıkları yakın bir gelecekte Tanrıları tarafından ödüllendirilecek ve Dünya yıkıcı bir değişim sürecinden geçerken, Hopiler Tanrılarının oturdukları yıldızlara alınacaktır. Onlara göre gerçekleşmekte olan gezegensel değişimler bu günün yaklaşmakta olduğunun habercisidir. Ve onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onları yıldızlardaki yuvalarına götüreceği günü beklemekteler…
DOGONLAR-SIRIUS UFO
Afrika kabilelerinin çoğunda olduğu gibi Dogonların geçmişi de oldukça karanlıktır. Dogonların şu anda yaşadıkları Bandiagara Platosu’na 13. ve 16. yüzyıllar arasında yerleştikleri tahmin edilmektedir. İnsanbilimcilerin çoğu, sayıları iki milyona varan Dogonları “ilkel” olarak tanımlasalar da Dogonlar, batı teknolojisine karşı olan ilgisizlikleri bir yana, zengin ve bir o kadar da karmaşık bir dine ve yaşam felsefesine sahiptirler.
Dogonlar’ın ünü, ortaya attıkları ilginç ve şaşırtıcı iddiadan ileri gelmektedir. Bu Batı Afrika kabilesi, atalarının dünyadan 8,6 ışık yılı uzaklıktaki Sirius yıldız sisteminden gelen uzaylılar tarafından eğitildiklerine inanmaktadır. Bu kadar ilkel ve her şeyden uzak bir biçimde yaşadıkları halde gökbilim alanında olağanüstü ayrıntılı bilgiye sahip olmaları da bu iddialarını desteklemektedir.
1931 yılında Fransız insanbilimcileri Marcel Griaule ve Germaniae Dieterlen, Dogonlar’ı geniş çapta incelemeye karar vermiş ve 21 yıl boyunca Dogonlar’la yaşamışlardır. Bu iki insanbilimcinin araştırmaları Dogonlar hakkında pek çok bilinmeyenin keşfine olanak sağlamıştır.
Dogon’ların Gizemi Neydi?
Orion yıldız kuşağının hemen yanında bulunan ve Köpek Yıldızı olarak da bilinen Sirius yıldızı ve onun çevresinde döndüğüne inanılan yıldız ve gezegenler, Dogon mitolojisinin temelini oluşturmaktadır. Dogonlar, Sirius yıldızının en parlak yıldız olduğunu, Sirius’un yanında çıplak gözle görülmeyen küçük, yoğun ve sönük bir yıldızın daha bulunduğunu ve bu yıldızın tam konumunu biliyorlardı. Potolo olarak adlandırdıkları bu yıldızın, dünyada bilinen tüm maddelerden daha ağır bir maddeden oluştuğuna ve Sirius’un çevresini 50 yılda döndüğüne inanmaktaydılar. Oysa ki, batılı gök bilimciler 19. yüzyılın ortalarına kadar Dogonlar’ın bahsettiği bu soluk yıldızın varlığından bile habersizdiler. 1862 yılında Amerikalı gök bilimci Alvan Graham Clark yeni bir teleskopu denerken bu yıldızı keşfetmiş ve Sirius B ismini vermiştir. Ayrıca 1920’lerde ortaya çıkmıştır ki Sirius B bir “cüce yıldız”dır. Cüce yıldızlar oldukça soluk, ışıklı, küçük fakat yoğun yıldızlardır. Sirius B gerçekte Dünyadan daha küçük olmasına rağmen, tıpkı Dogonlar’ın belirttiği gibi o kadar yoğundur ki, kendisinden alınan bir çay kaşığı dolusu madde 5 ton ağırlığına gelir.
Daha da ilginci, Dogonlar’ın bilgilerinin sadece bununla kalmayıp aynı zamanda, modern dünyamızda ilk kez Galileo tarafından gözlemlenen Jüpiter’in dört uydusundan ve Satürn’ün yalnızca teleskopla görülebilen halkalarından da haberdar olmalarıdır. Dogonlar, ayrıca, sayısız yıldızın varlığına ve Dünyanın da içinde yer aldığı Samayolu’nun sarmal bir gücü olduğuna inanıyorlardı.
Dogonlar sahip oldukları bilgilerin çoğunu sembollerle anlatmışlardır, ve bu sembollerinin temelinde Nommo’lar diye adlandırılan ve dünyayı uygarlaştırmak için uzaydan geldiğine inanılan hem karada hem de suda yaşayabilen varlıklardır. Dogon rahiplerine göre, eski zamanlarda Sirius sistemindeki bir gezegenden dünyaya inen Nommolar sahip oldukları bilgileri o zamanki rahiplere öğretmiş, onlar da bunları yeni kuşaklara anlatmışlardı. Nommolar dünyanın yaratıcıları olduğu kadar, insanoğlunun ataları ve ruhsal ilkelerin koruyucuları, “yağmuru yağdıran güçlerin ve suların mutlak sahipleri” idi.
Dogonlar üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamı Robert Temple, bir Nommo uzay gemisinin gelişini ve dönerek yere inişini simgeleyen resimler bulmuştur. Geminin Dogon ülkesinin güneydoğusuna indiği söyleniyordu. Dogon rahipleri geminin inişini tanımlarken onun kuru toprağa indiğini ve oluşturduğu girdap dolayısıyla bol miktarda toz kaldırdığını anlatmaktadırlar.
Dogonlar da Sirius’lu gezginlerin bir gün geri döneceğine inanmaktadırlar: “Göklerde bir yıldız belirecek ve bu Nommo’nun yeniden dirilişinin işareti olacak.” der bir yazıt .
Dogonlar ve Sirius yıldızıyla aralarında kurdukları bağ, biz UFO araştırmacılarının olduğu kadar yaratılış teorisyenlerinin, astronomların ve bilim adamlarının da ilgisini çekmiş, bu kabilenin kökenleri ve sahip oldukları derin astronomi bilgisine nasıl ulaştıkları hakkında pek çok araştırma yapılmıştır. Arkeolog-yazar Erich Von Daniken Dogon inançlarını kabullenmiş ve bu bilgileri, geçmişte dünya dışı varlıkların dünyamızı ziyaret ettiğinin kesin bir kanıtı olarak yorumlamıştır.
Gerçekten de “ilkel” Dogonlar’ın yüzyıllardır sahip olduğu bilgileri bilim henüz yeni yeni keşfetmektedir. Bunun son örneği Dogonlar’ın Sirius siteminde Emme Ya adını verdikleri ve Nommoların gezegeni olduğunu söyledikleri üçüncü bir yıldızın varlığından bahsetmeleridir. Bunun Popola (Sirius B)’dan dört kez daha hafif olduğunu, yine Sirius B gibi 50 yıllık bir zamanda daha geniş bir yörünge çizdiğini ve her ikisinin çapları arasında bir dik açı oluştuğunu belirtiyorlar ve Emme Ya’nın bir de uydusu olduğunu söylüyorlar. Hakikaten de Dogonlar’ın Emme Ya’sı vardır ve o astronomlar tarafından ancak 1995 yılında keşfedilmiş olan Sirius C yıldızıdır! İşte bu Nommoların yaşadığı yıldızın keşfidir..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)